Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Asr-ı Saadet güzellemesi
Asr-ı Saadet, mutluluk çağı. Müslümanlarda en büyük özlem bu çağadır. Çünkü o dönem, Allah resûlü Hz. Muhammed’in (a.s) bizzat fiziki ve metafizik varlığıyla dünyamızı selamladığı/onurlandırdığı bir dönem. O, bugün de bize bıraktığı İlahi mesaj ve nebevî sünnetiyle daima aramızda yaşamaktadır. “İyi biliniz ki Allah Resulü içinizdedir” (el-Hucurât 49/7) âyeti bunu tanıklık eder. Onun getirdiği mesajın etkisiyle, İslam coğrafyalarında nizâm-ı âlemin sağlandığı bir dönemdir asr-ı saadet. İnsanlığın insanlığını öğrendiği, kurdun kuzu ile geçindiği, ıssız çöllere bile güvenliğin geldiği, yetimlerin, yoksulların, dulların gözyaşlarının dindiği, kadınların hukukunun korunduğu, helâl-haramın bilindiği bir kutlu mevsimdir, asr-ı saadet.
Her türlü dil ve cinsiyet ayrılığının ortadan kalktığı, inananlar arasında tam bir kardeşliğin kurulduğu, Müslim ve gayr-i Müslim ilişkilerinin barış ve hoşgörü temelinde şekillendiği bir atmosferdir, asr-ı saadet.
Müslümanların yaptığı ibadetlerden manevi zevk aldığı, gündelik hayatında farzların yanında sosyal hayatla ilişkili nâfile ibadetlere ağırlığın verildiği, bir çağdır asr-ı saadet. Çünkü asr-ı saadet Müslümanlığı, Resul’ün rahle-i tedrisinde “görüldüğü zaman Allah akla gelir” tanımında hayat bulan örnek insanların yetiştiği bir dönemdir. Allah ve Rasûlü’nün buyrukları karşısında ‘başım-gözüm üstüne’ şeklindeki bir teslimiyetin tezahür ettiği altın zamanlar dilimidir, asr-ı saadet.
Çevresine; konuşması, bakışı kırıcı,dökücü ve rahatsızlık verici olmayan, insanlarla olan ilişkileri korkutma üzerine değil, ümit verme, huzur duyma ve güven üzerine kurulan bir insanlık mektebinin inşâ edildiği dönemdir, asr-ı saadet. Nefisleri için yaşayan değil, nefislerini terbiye edip İslam’ın ve Müslümanların izzeti için yaşayan insanların varolduğu yıllar topluluğudur, asr-ı saadet.
“Asr-ı saadet” Müslümanların terminolojisinde tarihin derinliklerinde kalan, yaşanmış, bitmiş bir klâsik/altın çağ olmadığına göre, acaba bu tecrübeyi modern zamanlara nasıl taşıyabiliriz, nasıl yeniden üretebiliriz? Bütün şâirler, “gel ey Muhammed!” çağrısında bulunuyor. Hiç kimse sorunlarımızın çözümü için Hz. Muhammed’e gidelim çağrısı yapmıyor. Hep O’nu çağırıyor. Acaba ‘asr-ı saadet’i şimdiye/hâlihazıra çağırmak mümkün müdür? Yoksa, bugünü, oranın ışığında yeniden üreterek mi yaşamak gerekiyor? Bu sorulara cevap vermek değildir bizim amacımız. Bizimkisi, asr-ı saadet rûhuna duygusal bir yaklaşım vurgusudur sadece. Bir başka ifade ile, amacım, ‘akademik’ eksende bir tartışma değil, pratik zeminlerde sonuçlar çıkarmak, ‘asr-ı saadet’i tazelemektir. Bu bağlamda olaya baktığımız zaman ben inanıyorum ki, ‘asr-ı saadet’in temel malzemeleri elimizde olduğuna göre, bundan istifade edebilir, yaşadığımız çağda sorunlarımıza pratik çözümler bulabilir, zamanı ve mekanı aşan mübarek mesajı hayatımıza taşıyarak hayatımızı anlamlandırabiliriz.
Hayatınızda asr-ı saadetiniz hiç eksik olmasın!