Fahri Kubilay
Aynalar ve cüceler..
Lunaparka gidenler çok iyi bilirler, buralarda kahkaha aynaları diye bir bölüm olur. Değişik eğimlerdeki bu aynalar, insanları normal olduklarından çok farklı gösterirler. Kendini çok iyi tanıyıp bilen insanlar, bu aynalara bakıp ta kendisini değişik görmesi ile ister istemez bir gülümser. O bölümde bulunan her bir aynanın karşısına geçen insan; kendisini uzun, kısa, şişman veya zayıf olarak her zamanki halinden daha değişik görür.
Kendini bilen kendini iyi tanıyan insanlar bu farklı görüntüler karşısında tebessüm etmeleri tabi ki doğaldır.
Lunapark aynaları arasında insanlar güldürmeyen sadece bir ayna vardır. Dümdüz olan bu ayna, insanlar olduğu gibi göstermektedir. İnsanlar bu aynanın karşısında genellikle gülmezler.Hem neden gülsünler ki?Bu aynanın karşısında güldükleri zaman kendi hallerine gülmüş olurlar!. Nitekim bu aynanın karşısında gülmek bir yana, aynanın ciddiyetini ve doğruluğunu bilerek kendilerine çeki düzen verirler. Normal olarak doğru bir aynanın karşısında her insanın yapması gereken budur. Bu aynadaki görüntü hayatın ta kendisidir. Sen neysen aynadaki görüntün odur.
“Aynanın karşısında gülmesini bilen hayatı bir nefes olarak görüp bir gün mutlaka rabbine döneceğini ve her yaptığının hesabını vereceği düşüncesi ile yaşayan insan aynanın karşısında derki; “Dün neydim? Ben diye biri yoktu, âlemlerin rabbi olan yüce Allah insanı bir damla nutfeden yarattı. Hiçbir şeyim yoktu daha dün minnacık bir bebektim. Allah’ın insanoğluna verdiği sonsuz nimetlerle büyüdüm, emeklerken yürümeyi öğrendim sonra koşmayı, sonra okullu oldum ve askerlik yapalı ne oldu hatıraları hala zihnimde duruyor. Daha ne olaylar yaşadım hayatla ölüm arasında gittim geldim yakinen tanıdıklarımdan ölenler oldu ama ben yaşıyorum bende mutlaka bir gün öleceğim ve her yaptığımdan mutlaka hesap vereceğim. Daha dün çocuktum şimdi ise saçım sakalım ağarmış. Hem en fazla yaşayan 100 e kadar yaşıyor ben ne kadar yaşayacağım ki. Gözümün feri gittikten sonra dizlerim tutmayınca birilerine muhtaç olduktan sonra yaşamanın ne önemi kalıyor ki. O zaman boş yere basit şeyler yüzünden kişisel egolarımı tatmin etmek için birilerini üzmenin birilerini kırmanın hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bu kadar meyletmenin ne önemi var. “
Dümdüz olan bu aynada, Heva ve hevesinin kurbanı olan müstekbirler ise ( haksız yere üstünlük taslayan) bir karış, makama oturdukları zaman kendilerini iki arşın görürler… Kendini firavun nemrut gibi görüp ben neyim be! Kerameti kendinde görüp bu kadar kalabalıklar hepsi bana tabii..
Bu bölgede ne yapılması gerekirse ben yaparım, kimse benden izinsiz bir iş yapamaz, benim izin verdiklerim ancak belirli yerleri gelirler.
Ben bu insanlar için neler yaptım neler! Yaptıklarımı sayfalar dolusu maddeler halinde sıralasam bitiremesin!
Halada kıymetimi bilmiyorlar, benim arkamdan atıp tutuyorlar.
Sözümü dinlemeyenleri, bana itaat etmeyenleri gördünüz mü?
Ellerindeki makamları nasıl silkeleyip aldım.
Önemli olan benim dediğim olması davamı oda ne?
Bu fırsatı iyi kullanmam lazım benim daha yapacak çok işim var, onları bir bir yapmam lazım çorumun çocugumun geleceği söz konusu. ,
Yılık gelirim belli bununla şunları alırım şunları veririm gider saygın dava adamlarımızın yanında etliye sütlüye karışmam uslu coçuk görünürüm önemli olan bu benim makamım onu da belirleyen halk mı halk dediğin kim ki!
İşi merkezinden bitirecen pınarın gözüne oturursak aşağıdakiler nasıl olsa pınara muhtaç pınardan suda nasıl olsa akıtılıyor!
“Ben ilahlaştırdığım makamımı, kaptırmayayım zira, daha kendim için çocuklarım için etrafımda söz dinleyicilerim için yapacak çok işim var.”
Sözündeki kifayetsizliğini, gücünden kaynaklı sözleri ile kapatmaya çalışan hangi akla hizmet ediyor ki! Bilmez mi ki makamın asıl sahibi kendisi değil.
Evet! yarın çok yakın. Ömür bir gün o da bugün. Fani halimizle bunu nasıl göz ardı ederiz ki…