Mustafa Yiğit
Aynı hayatları sürüyoruz…
Bundan birkaç yıl önce Avrupa seyahatinde “Biz” ve “Onlar” sözünün neye tekabül ettiğini bulmaya çalıştım. Bizlerle Onları, Avrupalılarla Türkleri, Doğulularla Batılıları birbirinden gerçekten farklı kılan neydi? Ya da gerçekten farklı mıydık?
Evet farklı medeniyetlerin çocuklarıydık. Yapılarımız, mimarimiz, tarihimiz farklıydı.
Ancak yaşayan Avrupalı ile yaşayan Türk arasında fark var mıydı deseniz ben pek bir fark göremedim.
Onlar da blue Jean lar giyiyordu bizler de. Onlar da şort giyiyordu bizler de. Onlar da akıllı telefonlar kullanıyordu bizler de. Onlar da dünyayı yaşananları, medyadan, internetten izliyor ve öyle yorumluyordu bizler de aynı kanallardan dünyayı yorumluyorduk.
Ben farklılıkları buralarda bulmadım.
Yani dünyaya, hayata bakış açımız pek de farklı değildi onlarla. Biz ne kadar muhafazakârsak, onlar da o kadar muhafazakâr, biz ne kadar dindarsak onlar da o kadar dindardı.
Biz istesek de istemesek de, Modernleşen dünya tek tip bir insan yaratmıştı.
Konya’nın sokaklarında beli düşük kotlu erkek çocuğu nasıl yaşıyorsa, Polonya’nın Şimmigel kasabasındaki erkek çocuğu da aynı şekilde yaşıyordu.
Özde laik modern toplum yapısı bütün ülkelerde baskın karakter olarak karşımıza çıkıyor.
Roma, İzmir, İstanbul Paris, Prag aslında sadece yapılarıyla, mimarisiyle şehir kültürüyle birbirinden farklılık arz ediyor.
Evet, Cannes’le Kuşadası arasında hiçbir fark yok. Ya da Monaco ile Çeşme arasında hiçbir fark yok…Eskişehir’de yaşayan Türkle Poznan’da yaşayan Polonyalı arasında da yaşama biçimi itibariyle fark yok. Her iki yerde yaşayanlarda dünyaya kendilerine gösterildiği çerçeveden bakıyorlar.
Berlin’deki Alman’la, Ankara’daki Türk arasında farklı başkentlerde yaşamanın dışında görünürde hiçbir farkın olmadığını söylersek yanlış bir şey yapmış olmayız.
Dünya vatandaşlığı dediğimiz şey bu olsa gerek. Kıyafetiyle, kullandığı araçlarla yüryüzünde tek tip insan yaratılmıştır.
Evet hepimiz aynı çağı yaşayan insanlar olarak üç aşağı beş yukarı aynı hayatlar sürüyoruz. Sadece düşünce dünyamızda, tarihi, kültürel farklılıklarımızı ön plana çıkaracak savlar söylüyoruz.
Ancak pratikte Olga ile, Janet ile, Aysun’un, Hülya’nın bir farkı yok. Aynı markaları giyiyorlar, aynı marka telefonları kullanıyorlar, aynı uçaklarla seyahat ediyorlar. Aynı tatil konseptlerinde tatillerini geçiriyorlar.
En bariz farklılık neydi biliyor musunuz? Yemekler…Evet onlarla bizler arasındaki en bariz fark yemek kültürüydü. Tadlarımız onlarla uyuşmuyor. Orada açlıktan ölmezseniz, kültürel anlamda ölmezsiniz. Çünkü burası da orası da artık BATI olmuş durumda. Benden söylemesi, batıda sıkıntı çekebileceğiniz en önemli şey ne yiyeceğinizi düşünmek olur.