Ayşe Kız

 

 “Kızılay Hastanesinin önünde seni bekliyoruz ”diyor, Ayşe cadım. Belli ki yalnız değil, sesi kaygılı, tedirgin gibi geldi. Vakit ikindiye geliyordu, davarı sağıp yola düşmüş olmalıydı. Telefonu kapatıp kestirme sokaklardan hastaneye vardım.

Ayşe cadım, çocukları İlknur ve Emre ile oturuyorlardı. Beni görünce İlknur gülümsedi, Emre her zaman yaptığı gibi utangaç bir tavırla boynunu yana eğdi.

“Hoş geldin cadım, dedim Ayşe’ye. O, doğruca niye geldiğini anlatmaya başladı.

“Evi bırakıp geldik, Okçudan bir ev tutup bunları okutmak istiyorum.

İlknur beşinci sınıfa geçmişti, bu zamana kadar halasının yanında okumuştu. Emre yeni gidecekti okula.

Belli ki eşinin, kayınbabasının haberi yoktu onun gelişinden, Ayşe bir deli cesaretiyle çocukları alıp gelmişti.

Onu soğuk bir güz günü Bolay yaylasında tanımıştım.

Soğuk, çisentili bir güz günüydü. İki gün önce de yağmur yağmıştı, gömük sel suları göleçlenmişti dere yatağında. Çocuklardan kimi eşya denklerini ıhtırılan develerin yanına getiriyor, kimi uzaktaki develeri göç yüklenilen alana yaklaştırıyordu. Kuş Ali, eşi Hatice Hanım, Karaca develeri yüklüyorlardı. Bir yandan fotoğraf çekerken bir yandan onları konuşturmaya çalışıyordum. Hangi yollardan geçeceklerdi, son durakları neresi olacaktı filan. Kuş Ali çuvalı devenin hamıdına bağlarken Ayşe’ de ona yardım ediyordu.

“Bu kış evlenecem, dedi, söz arasında. Bakıp kalmışım ona.

“Daha çok küçüksün, ne evlenmesi. Dedim. O, gülümseyerek abi yirmi iki yaşındayım, dedi. Oysa daha küçük gösteriyordu. Düğünüme beklerim, dedi, gülümseyerek.

“Okuntu gönderirsen elbette gelirim, dedim.

Bolay Belediye Başkanı rahmetli Gazi Güner ile sözleşmiştik, Ayşe’nin düğününe birlikte gidecektik. Fakat ne Ayşe okuntu gönderebildi, ne biz onlara ulaşabildik. Onlar kış aylarını Bozyazı’nın ulaşılması zor vadilerinden birinde geçiriyorlardı. Biz de oraları bilmiyorduk.

zeki-oguz-(1)-011.jpg

Üç yıl sonra Kuş Ali’nin obasına vardığımda küçük bir kız çocuğu oynuyordu çadırın önünde.

“Ayşe’ nin kızı, dedi, Hatice Hanım. Kucağıma alıp sevmek istedim çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Yere bırakınca sustu, kolunu alnına siper ederek başını yere eğdi. Benden saklanmak istiyordu sanki. Fotoğrafını çekmek için makineyi doğrultunca yine ağlamaya başladı. Büyüyünceye kadar sürdü onun bu halleri.

Sonraki yaz Ahırlı taraflarında konaklayan Ayşe cadımın çadırının yanına kurdum çadırımı. Zeynep, İlknur çeşme başında oynuyorlardı. Ayşe eyreti bir çitle çevirdikleri ağılda keçileri sağıyordu. Veli ağa çadırın gölgesine uzanmış oğlu Ömer’e bir şeyler anlatıyordu. İkindi serinliği çökünce davar çadırdan uzaklaşmaya başladı. Ayşe, eline bir değnek alıp davarın peşine gitti. Herkesin yapılacak bir işi vardı obada. Çeşmenin başındaki çocuklarla biraz eğleştikten sonra varıp çadırımın önüne küçük bir ateş yaktım. Küçük bir ateş çünkü daha büyüğü tehlike demekti. Her taraf meşelikti, küçücük bir esinti meşeliklerin alev almasına yeterdi. Ateşin karşısına oturmuş çadır ahalisinin ne yaptığını izliyordum. Ayşe kendisinin ve çocukların yataklarını bir meşe öbeğinin kuytusuna açmıştı. Ömer davarın içinde yatıyordu.

Gece çökmüş, yıldızlar ışımaya başlamıştı gökyüzünde. Samanyolunda uzun bir yürüyüşe çıkmışken Ayşe çıkageldi yanıma. Elinde bir meyve tabağıyla bir ibrik vardı. Meyveye sevinmiştim ama ibrik ne olacaktı, merak etmiştim. Bakışımdan anlamıştı merakımı, yatacağında ateşi söndürürsün, diyerek, bırakıp gitti ibriği.

“Yörükler ormana zarar veriyor, diye, onlara hayatı zindan eden ormancılar geldi aklıma.

Sonraki yıllar Karaviran Yaylasında, Ufacık Yaylasında hep aradım buldum Ayşe Cadımı. İlknur okuma çağı geldiğinde halası Zeynep sahip çıkmıştı. Zeynep Karaman’da oturuyordu, ilk yıl İlknur epeyce zorlamıştı onu ama alışmıştı sonraları. Okul tatil olunca birlikte çadıra geliyorlardı.

En son bir ay önce görmüştüm Ayşe cadımı. Çadırın önünde oturmuş sohbet etmiştik. Bu yıl Emre’de okula başlayacak, iki çocuk elin üstünde olmaz ne edeceğiz bilmem, diyordu. Bana süzme yoğurt, tuluk peyniri almıştı. O yükle ana yola kadar inmem çok zor olacaktı.

“Ben götürüvereyim, dedi, Ömer. Traktörle Seydişehir yol ayrımına indik.

“Şimdi ne yapacaksın, diye, sordum Ayşe Cadıma.

“Okçuda okumuştum ben, oralara alışığım, bir ev tutup bu çocukların başında duracağım, onları okutacağım, dedi. Daha başka şeyler de anlattı. Eşi Ömer’in anne ve babası yaşlı ve hastaydılar, bakıma muhtaçlardı.  Eşini koca bir sürüyle yalnız bırakıp gelmişti. Yüreği kaygı doluydu, suçluluk duygusu içindeydi ama çocukları okutma düşüncesi baskın çıkıyordu. Benden, yaptığını onaylamamı, cesaretlendirmemi bekliyordu.

Onlar el ele tutuşup eski garaja doğru yürürken hastanenin önünde dikile kalmıştım.

zeki-oguz-(2)-013.jpg

zeki-oguz-(3)-011.jpg

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum