Serpil Yalçınkaya
Basketbol ve Namaz
Ailecek, yıllardır basketbol maçlarını takip ederiz. Öğrencilik yıllarımda bir ara ben de oynamıştım basketbol. O dönemde, şu an ilk aklıma gelenlerden, İbrahim Kutluay, Ufuk Sarıca, Harun Erdenay, Mirsad Türkcan, Orhun Ene, Hidayet Türkoğlu’nun maçlarını televizyondan heyecanla takip ederdim. Sanırım 1996 ya da 1997 olması lazım, Efes Pilsen Basketbol Takımı Konya’ya gelmiş ve fakülteden arkadaşlarla dersleri bırakıp stadyuma maça gitmiştik. O yıllardan kalma basketbol hayranlığımız eskisi kadar olmasa da hâlâ devam etmekte. 2016-2017 yıllarında Beşiktaş Basketbol Takımı’nın başına geçen Ufuk Sarıca maçları için Ankara’ya da gidip gelmişliğimiz olmuştu eşimle.
Geçtiğimiz hafta sonu da Konyaspor-Final Gençlik karşılaşmasını izlemek için yine ailecek tribünlerdeki yerimizi almıştık. Başta rahat oynamamıza ve arada skor farkı olmasına rağmen ilerleyen dakikalarda oldukça heyecan verici, stres arttırıcı bir hale dönüştü maç. Açıkçası izleyicilerin hop oturup hop kalktığı bir maç izledik. Ve normal süresinde 82-82 biten maçın uzatmasında, bitime 2 saniye kala attığımız 3'lükle 95-94 kazandık…
Maç uzatmalı bitince de malum akşam namazı riske girmeye başlamıştı bizim için. Eve döndüğümüzde vakit geçmiş olacağından en yakın alışveriş merkezine giderek orada vazifemizi yapmaya karar verdik. (Bu andan itibaren konumuz başka bir yöne dönüyor değerli okuyucularım.) Kızımla birlikte mescide girdiğimizde içerisi hınca hınç dolu, neredeyse adım atacak yer yoktu. Malum bizim halkımız (ben de bu gruba dâhilim tabii ki de) namazına niyazına düşkündür. Neyse efendim. Kapının ağzında bekliyoruz, birilerinin namazını bitirip de çıkmasını, vakit de epeyce daralmış tabii. Bekliyoruz ama çıkan yok. İçeri dikkatli bakınca seccadede oturmuş dua eden iki kişi dikkatimi çekti; namazları bitmiş kalkacaklardır, diye düşünerek hemen ayakkabılarımızı çıkardık ve içeri gidip arkalarında beklemeye başladık.( Meşhur Konya düğün pilavlarında yemek yiyenlerin arkasında beklenildiği gibi.) Ama ne hacet hanımlar öyle huşu(!) içinde dua ediyorlar ki içerisi hınca hınç dolu, bizden sonra gelenler de dâhil herkes bir an önce namaza durmanın telaşında… Ama bu hanımların kılının kıpırdadığı yok. Ben içimden Hasbinallah çekiyor, alışveriş yapmaktan yorulmuş, biraz da ayaklarını dinlendirmek için otura kalan bu kimselere sataşmamak için kendimi zor tutuyorum. O sırada gözüm az daha sol taraftaki ablaya takılıyor; onun da ayaklarında çok büyük bir problem olsa gerek(!) oturduğu yerde, ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, daha uygun olacağını düşündüğünden olsa gerek, biraz sonra başkalarının alnını koyacağı seccade kısmını da (sanırım edebe uygun olduğunu düşündüğü için) ayaklarına örtmüş. Milletin günahını alma, diye kendi kendime söylenirken hanım abla bizim başında beklediklerimizden daha hızlı çıktı ve namazını bitirerek ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Milleti yargılamak sana mı kaldı diyebilirsiniz ama kapının önünde duran kız çocuğu “hadi anne daha gezecek, bakacak çok yer var” deyince hızlanan abla bana hiç de bacaklarından rahatsız gibi gelmedi açıkçası…
Bu arada bizim huşulu bacılarımız da en nihayetinde namazlarını pardon dualarını bitirip ayağa kalkmışlardı. Onlar da az önceki hanım ablamızın ayağına doladığı seccadenin baş kısmına ayaklarını basarak geçip gittiler. Neyse kimseye bulaşmamak için kendime söz vermiştim, namazımı bir an önce kılıp çıkacaktım işte. Ve sonunda başladım namaz kılmaya, daha ilk rekâtta ayakta iken arkamdan geçmek için çaba gösteren birinin hafifçe dokunmasıyla(!) öne doğru sendeledim ama düşmeden durumu kurtarmayı başardım. Neyse ilk rekât ve ikinci rekatı sorunsuzca kıldıktan sonra tahiyyata oturduğumda ön sol çaprazımdan iki ya da üç bacımız da namazlarını bitirmiş olsalar gerek ki benim seccadenin az sonra alnımı koyacağım kısmına basarak kapıya doğru geçip gittiler.
Bize öğretilen bir terbiye vardır. Bizde sofra bezine(örtüsüne) ve seccadenin baş kısmına ayakla basılmaz. Hem saygı, hürmet gereği hem de temizlik gereği… Ama bunu aşalı epey olmuş sanırım ki hafta sonu bu durumdan rahatsızlık duyan tek kişi bendim sanırım. İnsanı anlamak hayatı anlamaktır deniliyor ama gerçekten de çok zor, çünkü ben artık çok zorlanıyorum bu konuda. En azından toplu kullanımdaki eşyalara hele de öncesinde abdest gibi belli temizlenme şartları olan bir ibadet için kullanılan araçlarda asgari de olsa buna -adına saygı mı dersiniz, nezaket mi ya da temizlik mi dersiniz bilmem ama- dikkat edilmesi gerekmez miydi? İtişip kakışmalar derseniz hakeza. Enaniyet bu kadar mı sardı her yanımızı…
Gerçekten çok üzüldüm o an. Bu arada namaz ne oldu diyecekseniz. O hengâmede bizim namaz nasıl namaz oldu onu da düşünün artık…