Prof. Dr. Caner Arabacı

Prof. Dr. Caner Arabacı

Başsız insanlar, sahipsiz şehir

Konya tarihi bir şehir.. O kadar ki, dünyada birçok millet, devlet, şehir yokken Konya vardı. Alâeddin Tepesi, o ilk yerleşim yerlerinden biri olmanın şahitlerden. Çatalhöyük ise, tarihini on bin beş yüz yıl öteye götürüyor. Dünyanın ilk şehri.. Caddesiz de, kapısız, penceresiz de olsa, ilk bitişik nizam evler burada ortaya çıkarıldı. Güvenlik düşüncesi ile evlerine çatıdan giren, demir vb. madenler bilinmediği için cam kesiciler (obsidiyen) kullanan insanlar onlar. Konya’dan Erbaba’ya (Beyşehir Gölü kıyısı), Eflatun Pınarı’na, Fasıllar’a Madenşehri, Binbir Kilise’ye, Kilistra’ya uzandığınız zaman tarihi zenginliğin çevrede de merkezi aratmayacak bollukta olduğu dikkat çekecektir. Hele Selçuklu-Osmanlı çağına gelince, Anadolu’yu vatan haline getiren yeni bir medeniyetin, eskileri tahrip etmeden beşiği yapan bahadırların izleri artacaktır.

 

Bir şehrin tarihi şehir olduğu neresinden anlaşılır? Bu basit soruya, ilk bakışta şu kolay cevap verilecektir: kalıntıları bulunan eski eserlerin varlığından. Çünkü bir sur, bir saray, camii, kilise, han, medrese, mezar taşı.. kalıntısı, burada asırlar öncesinde insanların yaşadığının inkar kabul etmez tanığıdır. Tabi bu eserlerin mahiyeti, kullanımı, dönemlerindeki işlevi, tarihi bakiyeye bakılarak tahmin edilecektir elbette. Ama asıl yazılar, geçmişi açıklayacaktır. Kitabeler, tabletler, kâğıtlar.. Yani dünün, asırlar sonrasında yazılmış mektupları.. Onlara ulaştığınızda, üç bin, beş bin yıl öncesindeki bir insanın eline, düşüncesine, yüreğine değer gibi hissedecek, buğulu gözlerle geleceğe bakacaksınız. Sizden binlerce yıl sonra bir iz, nişan kalacak mı, ya da ne bırakacaksınız?. Kendinizi sorgulama ile birlikte, geçmişin imkânsızlıkları içinde eser bırakanları takdir edeceksiniz…

 

Tarihi şehirde yaşayanların, dün ile iletişimlerini sağlayan uyarıcılar çoktur çünkü…

Zaten, dünya tarihi şehirlerinin belediye başkanlarının götürüldüğü, ağırlandığı yerler de hep tarihi mekânlar..

Yani tarih işlevsel, tarih yüz ağartan kaynak durumunda. Mevlânâ Müzesi, İnce Minare, Karatay, Alâeddin Tepesi, Alâeddin Camii dururken; tasarımı zevksiz, yapımı tatsız beton binaları mı göstereceksiniz?. Hele bitmeden eskimiş, kullanılmadan tamiri için kaynak yutan hortum merkezlerini, yabancılar yanında görmek isteyen yetkili herhalde pek çıkmayacaktır.

 

İyi de dünün hayatını, bu kalıntısı gözüken binaların işleyişini nasıl öğreneceğiz?

İşte Konya, dünya tarihi şehirlerinin temsilcilerini gururla ağırlarken bir talihsizliği yaşadı. Konya’nın dününü, yani tarihini hem de tarihi ile dünya çapında övünç duyarken mahveden bir talihsizlikti bu. Nedir o talihsizlik?

Aslında herkes duydu, haber yapıldı, yazıldı. Ama nedense, olayın üzerine ciddiyetle gidilmedi.

 

İnce Minare’nin de içinde bulunduğu birçok ata yadigârın, işleyişini ortaya koyan arşiv malzemeleri çöplükte, hurda kâğıtçıda, eski kâğıt satan insanların elinde bulundu. Asırlarca saklanarak bugünlere kadar gelebilen vakıf kayıtları, defterler, beratlar bugün hurda kâğıt toplayanların elinde kiloluk, hamur hammaddesi halinde nasıl düşer? Kim, hangi vicdansız, izansız bu salaşlığı gösterebilir? Diyelim ki bu topraklara bağlı, bu vatanın evladı olma sorumluluğunu taşıyan bir insan; atalarının kendine mektubunu, okkalık, çöplük bir malzeme olarak görebilir mi?

 

Dedesinin “İstiklal Madalyasını” utana sıkıla satan, muhtaç veya istiklâl haysiyetinden bihaber nadanlar bile, vakıf kayıtlarının çöplük malzemesi halinde atılmasına sebep olanlardan haysiyetlidirler. Hatta daha ileri, 1931’de Bulgaristan’a Osmanlı arşivinin bir bölümünü satanlar da bugün arşivi hurda yapanlardan daha masumdurlar. Çünkü onlar, yerli on kuruşa satın almak isteyenler varken okkası üç kuruşa Bulgar’a satıldı. Ot balyaları gibi bağlanıp trenle Sofya’ya taşındı. Ama çöplük malzemesi gibi, hamur yapılarak yok edilmedi. Bulgarlar, atalarının arşivlerini satanlardan daha şerefli çıktılar. Tasnif edip bilim âlemine tanıttılar. Yarım asır sonra Türkiye’den Devlet Arşivleri Genel Müdürü başkanlığında bir ekip gidip bu belgeleri inceleyip mikrofilm, fotokopi vb. araçlarla satışından çok daha pahalıya çoğalttılar.

 

Asılları Bulgar’da kalmak üzere kendi belgelerimizin kopyalarını getirip bir de Bulgaristan’a satılan bir buçuk milyon belgenin bulunduğu arşiv, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nce hazırlanıp 1993’te yayınlanan Bulgaristan'a Satılan Evrak adlı eserle resmen ortaya kondu. Utanç büyüktü. Hata telafi edilmeye çalışıldı.

 

Peki, bugün olanlar da hata mıdır?

Valilik arşivinin 1990’lı yıllarda 75 kamyonla kâğıt fabrikasına gönderdiği biliniyor. Konya Valiliğince 62 yıl çıkarılan bir gazeteden şimdi niçin örnek olarak aynı kurumda tek nüsha yok? Konya tarihi hangi ellerle yok edildi? Daha sonra daha büyük acı ve hayıflanmalarla hatırlanacak benzeri durum en eski eğitim lise olan Konya Lisesi (Gazi) arşivine yapıldı. Bir çok tarihi kurumda 1926 öncesine ait kendisine ait bile bilgiler yok.. Onlar da geçmişte kaldı.. 2008 Mayıs’ında ortaya çıkan durum nasıl değerlendirilmelidir?

 

Devletin bir kurumundan çöpe gönderilen belgelerin, bir başka devlet kurumu tarafından kurtarılmaya çalışılması nasıl bir yaman çelişkidir? Siz millet hafızasını, iki kamyonu bilinmiyor ama bir pikabını 70 liradan satıp bina temizleyeceksiniz, bir başka devlet kurumu onun içinden birkaçını, 2000 YTL harcayarak kurtaracak.. Ya gerisi.. Vakıflara ait olduğu bilinen, odun yığınları arasından temizlendiği iddia edilen evrakın gerisi ne olmuştur? Kamyonlar nereye gitmiştir? Küçük araçtakilerden bir kısmının piyasaya çıkması gözleri fal taşı gibi açmaya yetmiştir. Ya gerisi?. Maddî olarak tanesi beş yüz bin liraya satılan beratlar, hurda olarak nasıl atılır? Bari değerine bir arşive, değerlendiren resmî kuruma satılsa, devredilse ne olurdu? Akılları durduracak, vicdanları kanatacak bir tarih tahripçiliği bu..

 

Eğer bu milletin, bu vatanın, bu şehrin sorumluları, sahipleri varsa şu ayıbın nedenleri, nasılı ortaya çıkarılmalı ve sonucu ibretlik bir şekilde kamuoyuna açıklanmalıdır. Değilse Bulgar kadar haysiyeti olmayanların tarih tahripçiliği, vurdumduymazlıktan beslenerek devam edecektir.

Geleceğe insanlık yararına eser vakfeden hayırseverlerin, kalmışsa kemikleri sızlayacaktır.

Kimsenin, bu milletin geçmişini, geleceğini yok etmeye hakkı yok.. Kimse tarih tahripçiliğinde cesaretli olmamalı.. Bugün, belgelerin önemi, bunların çoğaltılması, saklanması hakkında uyarıldığı halde tahribe yönelenler çıkabiliyorsa, bu dünkü tahriplerin hesabının sorulmamasındandır. Kendisini değil, geleceğimizi, çocuklarımızı düşünecek basirette olan yetkililerin durumu araştırması gerekmektedir.

 

Yalnız niçin, sorusu burgusunu salıp cevap aramaya devam edecektir. Bir devlet kurumu, orada devletten maaş alan, zaman zaman olumlu işler de yapan bürokratların bu tür işleri anlaşılır gibi değildir. Neden? Necip Fazıl’ın tasviri her halde gerçeğin ifadesidir: “Bıçak soksan sineme sıcacık kanım damlar/Gir de bir bak ülkeme başsız, başsız insanlar.” Başsız insanlar, nasıl sorumlu mevkileri tutabiliyor işin acı yanı da buradadır.

Türkiye, büyük bir tarihin dev mirası altında ezilen ülke.. Daha doğrusu atalarının gelir, bilgi, rağbet getirmeye devam eden mirasını bile adam gibi korumaktan aciz hale gelmiş bir zümre.. Redd-i mirasın veya miras yediliğin kompleksi, acziyeti içinde zararı; kendisini geliştirecek olan yere veren bir hastalıklı nesil kalıntısı..

 

Bunu anlamak zordur. Basit, rutin daire işlemlerini bile ticari kalıpta arşivcilik çalışmaları ile saklamaya özen gösteren kuruluşların dünya çapında yaygınlaştığı günümüzde dev mirasın hurda kâğıtçılardan toplanması nasıl bir yozlaşmanın sonucu olmalıdır?. Öz anasını kesen satanist evlat bile bu işi yapanlardan daha haysiyetlidir. Çünkü nevrotik rahatsızlıkla, kafa ve yürek bunalımı ile birlikte zararını milletinin tümüne değil kendi ailesine vermiştir. Zarar kendi çevresi ile sınırlıdır. Geçmişe, geleceğe toplumun tümüne değildir.. Bu nasıl bir sarsıntı olmalı ki, önemli mevkilere gelen insanlar bu kadar hissiz, bu kadar bohem, bu kadar, korumakla mükellef olduğu kaynakları mahvetmede becerikli olabiliyorlar? Moskof’a, Bulgar’a, Amerika’ya bu belgeleri satsalar daha iyi etmiş olmazlar mıydı? Hiç olmazsa, nadan elinde yok olmaktansa, hasım elinde tasnif edilir, ücreti ile bile olsa Konya veya Türk tarihini araştırmak isteyenler ücretini ödeyerek onlara ulaşma fırsatını bulurlardı.

 

Bile bile, göre göre, ikazlar ala ala tahrip!.. Nasıl değerlendirilmeli, bu türler insan, bürokrat olarak nereye, hangi sınıfa konmalıdır? Hayret verici bir durum ve bu asırda bu kafada insanların önemli mevkilerde bulunabilmesi bu millet için önemli bir kayıp..

Önceki ve Sonraki Yazılar