Hümeyra Uslu
Biliyoruz ki…
“Bölümler hâlinde yayımlanan ve çoklukla aralarında konu bütünlüğü olan film, dizi, televizyon dizisi.”
Yukarıdaki ifade Türk Dil Kurumunun “Dizi film” tanımı.
Cümleye sağdan bakıyorum, soldan bakıyorum, aşağıdan, yukarıdan bakıyorum yok, hiçbir şekilde benim televizyonlarda gördüğüm ve “dizi” dedikleri şeyi tanımlamıyor.
Daha önce de söylemişimdir, yerli dizileri çok izlemiyorum. En son “İsimsizler” dikkatimi çekmişti ama hem zamansızlık, hem de dizideki fazla ütopik karakterler beni diziden uzaklaştırdı.
İsimsizler demişken, son zamanlarda her kanalda bir türü bulunan, polis-asker dizilerini önemsiyorum. Her ne kadar hiçbiri bir belgesel niteliğinde olmasa da bir şekilde Yaprak Dökümünden, Aşkı Memnudan daha faydalı işler oldukları aşikâr.
Sorun şu ki, bu tarz dizilerde bile maalesef, kadın erkek ilişkilerini fena halde laçkalaştırıyoruz. Savaşı konu alan bir dizi filmde aşk olmasın demiyorum ama yani, biraz mantık çerçevesinde yazılsa keşke hikâyeler. Çok zor değil.
Televizyonun kimseye bir şeyleri ahlaki yollardan öğretmek gibi bir gayesi, kitle iletişiminin en başındaki çağlardan beri hiç olmadı. Biliyoruz… Dizi-filmlerden de üst düzey bir şey beklenemez bu yüzden.
Garip olan, ya da garip ifadesinden vazgeçiyorum, korkunç olan; bizim her dizimizde olmasa da çoğu dizimizde, evlilik öncesi hamilelik mevzusunun işleniyor olması. Kadın bu kadar değersiz bir şey mi ya hu? Bebek sahibi olmak bu kadar aşağıya çekilecek bir şey mi?
İnanın Amerikan dizilerinde bu kadar hamile kadın, babasız çocuk, babasını bilmeyen genç vs. hikâyesi yoktur.
Zannedersiniz bizde senarist kalmamış da İngiltere’den senarist ithal etmişiz de bu hikayeleri de onlar yazmış.
Televizyonda 7/24 bu tarz hikâyeler dönecek, sonra da vay efendim manayı yitirdik de, maddeleşiyoruz da bilmem ne…
Ne manası, hangi mana? Ben artık bu zoraki çabaya gülüyorum.
Hiçbirimiz dosdoğru çocuklar değildik, hepimiz hata yapmak için gönderildik, kul olduğumuzdan sebep bizim işimiz biraz da hata etmek, af dilemek, yalvarmak… İşin burasında değilim.
Lakin çocuklarımıza kötülük ediyoruz ve bu bir nesli diri diri toprağa gömmekten farksız. Biliyoruz ki televizyon dizileri kalkmayacak,
Biliyoruz ki, medya patronları hiçbir zaman toplum ahlakını, etik değerleri falan düşünmeyecek. A Kanalı, B Patronu falan değil, bu hepsi için geçerli. Akı, da karası da aynı…
Biliyoruz ki bu bahsettiğim, insanların ruhunu sömüren, kadını ve erkeği sadece birer nesne olarak lanse eden hikâyeler hep olacak,
Biliyoruz ki biz ne kadar kızarsak kızalım, bu yapımlar izlenecek, birileri oynayacak ve birileri de keyiflenecek,
Biliyoruz ki bu düzen değişmeyecek. O zaman ne yapalım?
Toplumu tek bir adam, tek bir lider yahut tek bir grup değiştiremez. Toplumdaki değişimler bireyde başlar. Yani diyorum ki, her yolculuk bir adımla başlar…
Herkes biraz kendine bakarsa, herkes biraz kendini düzeltmeye başlarsa, yavaş yavaş bu halka genişleyecektir. Bunu “Hadi kalkın şu toplumun ahlakını düzeltelim” mantığıyla söylemiyorum. O kadar basit değil elbette. Diyorum ki sizi rahatsız eden şeyleri önce kendinizde düzeltmeye başlayın, sonra en yakınınızdakinden devam edin, ve o da en yakınındakiyle devam etsin…
Yavaş da olsa o çarkın döndüğünü hissedeceğiz bence.
Modern toplum, aydınlık çağ falan… Teorileri bir kenara bırakıp, hepimiz kendimiz için, gençler için, ailemiz için ne yapabilirizi düşünmeliyiz biraz.
Ben diyorum ki böyle yapmayı başarabilirsek, kişinin ilgi alanları da buna göre şekillenecek ve çocuk yaşta ne okuyacağını, ne izlemeyeceğini, ne dinleyeceğini kendisine göre analiz edebilecek.
Özetle biz kendimizi düzeltirsek, medya organlarına kızmamıza da gerek kalmayacak. Belki de zaten televizyon izlemeyen, zaten seyahat ederken kitap okuyan, zaten genç yaşta klasikleri bitiren gençler yetişecek.
Zihin dünyamızı geliştirdiğimiz zaman, bir Japon’dan ya da bir Avrupalıdan çok daha iyi işlere imza atacağımıza inancım tam. Çünkü biz bizden öncekiler gibi, ve bizden sonrakiler de biz gibi, o ruha sahip.
Umuyorum ki toplumumuz, doğal sosyal kanunlarına göre daha iyi bir geleceğe hep birlikte yürüyecek…