Salih Sedat Ersöz

Salih Sedat Ersöz

Bir güneş doğdu karanlık dünyamıza

Bir Güneş Doğdu Karanlık Dünyamıza

Âlem karanlıklara bürünmüştü. Yeryüzü saadetten, ruhlar ve gönüller huzurdan mahrumdu. İnsanlık Hak’tan, Adaletten, ve Tevhid inancından uzaklaşmıştı. Zengin ve kuvvetli olanın sözü geçiyordu. Zulüm ayyuka çıkmış, her yanı sarmıştı. İnsanlar, insanlığını unutmuş vahşileşmiş, küfür, şirk ve cehalet bataklığına gömülmüşlerdi.

Güçsüzler köle olarak kullanılıyor, mal gibi alınıp satılıyor, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyorlardı. İnsanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyor, bâtıl inançlar halk arasında kol geziyordu. Tefecilik ve faiz yoluyla zayıflar ezildikçe eziliyordu. Cehaletin, bilgisizliğin ve zilletin her türlüsü topluma hâkim olmuştu.

İşte böyle bir dönemde dünyaya bir güneş doğdu. Adı Muhammed olan bir güneşti bu… Aydınlattı bütün âlemi… Isıttı bütün kâinatı ve insanlığı… Çöküşe ve batmaya doğru giden dünyamıza yeniden hayat verdi. Zulüm bataklığında boğulmaya mahkûm olan mazlumlara umut oldu. Mahzun gönüller yeniden yeşerdi, canlandı.

Kâinata Rahmet olarak gönderilen iki cihanın serveri, önderimiz, rehberimiz, en büyük liderimiz, âlemlerin Rabbi Hz. Allah’ın son Peygamber olarak görevlendirdiği, yaratılmışların en şereflisi Hz. Muhammed (s.a.v) efendimiz Rebiülevvel ayının 12. gecesinde Mekke’de dünyaya geldi.

Kureyş kabilesinin reisi olan Abdülmuttalib torununun adını; beynine ve gönlüne hâkim olan bir ilhamla, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok övülen anlamına gelen “Muhammed” koymuş ve torununun doğumu şerefine verdiği ziyafette, “torunuma Muhammed adını verdim, dilerim ki gökte Hakk, yeryüzünde halk onu hayırla yâdetsinler” demişti. Annesi de Cenab-ı Hak’kı yüce sıfatları ile öven, hamdeden kimse anlamına gelen “Ahmed” dedi O’na…

Efendimizin dünyayı teşrif ettiği gece bir takım olağanüstü olaylar meydana geldi. O gece aynı anda bir yıldız doğdu ve bilginler bu gece Ahmed doğdu dediler. İran Hükümdarının Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütunu yıkıldı, mecûsilerin İran Istahrabat şehrinde bin yıldır yanmakta olan ateşgedeleri söndü, Save (Taberiyye) gölünün suyu çekildi, bin yıldan beri kuru olan Semâve deresinin suları taştı, Kâbe’deki putlar yüz üstü devrildi.

Hz. İbrahim’in büyük oğlu Hz. İsmail’in neslinden gelen Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz, henüz dünyaya gelmeden 2 ay önce babası Abdullah’ı, 6 yaşında iken de annesi Âmine’yi kaybetmiş, böylece hem yetim hem öksüz kalmıştır. 8 yaşına kadar dedesinin yanında kalan Efendimiz, Abdülmuttalib’in ölümünden sonra da öz amcası Ebu Talib’in himayesine girdi ve gençliğini amcasının yanında geçirdi.

Daha Peygamberlik görevi verilmeden önce “Emin” sıfatını aldı. Herkesin güvenini kazandı. Doğruluğu, dürüstlüğü ile ün yaptı. Zalimlere set olmak için gayret gösterdi. Mazlumların yardımcısı oldu. Çocukluğundan itibaren şerlerden uzak kaldı, putlara hiç ilgi duymadı, onlardan yüz çevirdi, tiksindi.

Sık sık Hıra mağarasına çıkıp yalnızlığı tercih ediyor, dalâlet, şirk ve cehalet kokan Mekke insanlarından uzaklaşıyordu. Yine mağarada yalnız olduğu bir zamanda düşünceler içerisinde iken vahiy meleği Cebrail (a.s) ötelerin ötesinden ilk mesajı getirdi. “Yaratan Rabbinin adı ile oku!” Böylece, Peygamberlik süreci başlamış oldu.

Muhammed güneşinin doğuşu ile cehalet, şirk ve küfür ateşi söndü, putperestlik yıkıldı, zulüm ve vahşet sona erdi. Zalimlerin sultası yerle bir oldu. Mazlumların gözyaşları dindi. Kula kulluk devri bitti. Gönüllere tek Allah inancı, yeryüzüne de Hak ve Adalet hâkim oldu. Ruhlar huzura erdi. İnsanlık saadete ulaştı. Tevhid inancı tüm dünyayı sardı.

Ey Allah’ın Rasûlü; Bir güneş gibi doğuverdin üzerimize… Şan verdin bütün âleme… Şeref verdin bütün kâinata… Huzur ve saadet getirdin bütün insanlığa… Ama ne yazık ki senden 14 asır sonra yine cahiliye dönemine döndük. Senin getirdiğin ilkeleri unuttuk. Büyük sıkıntılara dûçar olduk. Karanlıklar içine daldık.

Yolumuzu kaybettik. Senin getirdiğin Saadet nizamına, senin hayat sistemine ne kadar da muhtacız şimdi… Dünyada senin ilkelerine, ahirette de şefaatine muhtacız efendim...

Efendimizin dünyayı teşriflerinin yıldönümü olan, Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece kutlayacağımız Mevlid Kandilinizi tebrik ediyor, Âlemi İslâm’a hayırlar getirmesini niyaz ediyorum.

Yazımı milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy’un, Efendimiz’in dünyayı teşrifleri ile ilgili şiiri ile tamamlamak istiyorum. Mutlu yarınlar efendim.

BİR GECE

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,

Kumdan, ayın ondördü bir Öksüz çıkıverdi!

Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler;

Kaç bin senedir, halbuki bekleşmedelerdi!

Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî

Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi.

Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar.,

Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!

Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin.

Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.

Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!

Bir nefhada insanlığı kurtardı O Mâsum,

Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!

Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;

Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!

Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni,

Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.

Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;

Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.

Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet...

Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.

Önceki ve Sonraki Yazılar