yazar-45
Bir Mevlana Bilgini: Hasan Özönder
Hasan Özönder’le tanışmamız çok yenilere dayanıyor. Mevlana ve Konya’yı bize canlı olarak kim anlatabilir sorusunda karşımıza çıkan Özönder gerçekten tam bir Mevlana ve Konya bilgini. Hatta Mevlana ve Konya aşığı desek abartmış olmayız. İşte böyle birisiyle Mevlana Celaleddin Rumi ve Konya’yı yeniden yaşamanın, yeniden keşfetmenin hazzı ve heyecanı içinde olmamak mümkün mü?
Hasan Özönder yeter ki bir söze başlamasın. Açıldıkça açılıyor. Konuşması esnasında açtığı parantezler nereden baksanız kesin bir yirmi, yirmi beş dakika sürüyor. Normal konuyu anlatmasını varın siz düşünün artık.
Hasan Özönder’le ikinci buluşmamız Mevlana Müzesi’nde oldu. Ben şehir dışında olduğum için verilen randevu saatine geç kaldım. Ancak Konya’ya girerken telefon açıp gecikeceğimi ilettim. Sağ olsunlar kendileri ve beraberindekiler anlayışla karşıladılar. Benim gelmemi beklediler.
Gecikmeli olarak buluştuk Hasan Özönder’le. Hal, hatır ve sağlık sorularından sonra programa başlayalım dedik. Programımız bir bilirkişi yani bir Mevlana bilgini rehberliğinde Mevlana Türbesini gezmek. Ama nasıl gezmek. Gel sen onu bize sor. Tam altı saat süren bir gezi. Ki bazı bölümleri mesela Türbe kenarındaki on sekiz hücreyi turistik olarak yani hızlı bir şekilde gezdik. Bu halde Sayın Özönder “vakit dar” diyordu zaman zaman.
Gezimize başlamadan müdür yardımcısı odasında bize ayrılan bölümde konuya teorik bir giriş yaptık. Özönder’in kısaca size anlatayım dediği ‘Mevlana’ya giriş’ inanır mısınız tam bir saat kırkbeş dakika sürdü. Sayın Özönder Belh’ten bir başladı. Şam, Nişabur, İsfahan, Halep, Mekke, Medine, Karaman yerleşim birimlerinden ve Konya’ya gelmemiz tam tamına bir saat kırkbeş dakika sürdü. Bu arada bizim küçük kamaranın bandı bitti. Bandın bitişini de bahane ederek bir öğle yemeği yiyelim ve sonra Türbe’yi pratik gezmeye başlayalım dedik.
Konumuz Melana ve Mevlevilik olduğu için mideyi tam doyurmak adaba aykırı olur diyerek Mevlana’ya çok yakın olan Akça Konak’ta bamya çorbalarımızı içtik. Arkasından gelen höşmerimle birlikte çaylarımızı yudumladık ve hızlı bir şekilde Türbe’ye geri döndük.
Hem yemeğe yürürken hem yemekten Türbeye dönerken Sayın Özönder Mevlana etrafındaki sokakların tarihi özelliklerini anlata anlata bitiremiyor. Her sokakta bir hatırası olan Özönder zaten Şemş mahallesinde dünyaya gelmiş yani kendi tabiriyle dünyaya gözlerini Mevlana ile açmış. Nasip olmuş Mevlana hakkında doktorasını yapmış. Yani Mevlana ve Konya tarihi Sayın Özönder’in ta iliklerine ve hücrelerine kadar işlemiş. Sadece Konya mı efendim? Hayır. Dünyada nerede bir Mevlevi dergâhı varsa ziyaret etmiş Sayın Özönder. Suriye, Filistin, Üsküp Mevlevihaneleri bunların başında geliyor. Ve bu dergahları anlata anlata bitiremiyor sayın Özönder.
Öğleden sonra tekrar Mevlana Müzesi’ne geldik. Türbe, yani Yeşil Türbe kalabalık mı kalabalık. O sıcakta o ne kalabalık öyle. İğne atsan yere düşmez sanki. Rengârenk insanlar, yaşlısı genci, kadını erkeği, yerlisi yabancısı bir oraya bir buraya koşturup duruyorlar Mevlana Türbesinde. Tam bir insani sirkülasyonu yaşıyor Mevlana Türbesindeki bahçe. Merak içinde olan insanlar, Mevlana ile ilk tanışanlar, Mevlana aşıkları, dua edenler, gözyaşı dökenler, Mevlana ve dergahı anlatmak için elinden gele gayreti gösteren rehberler, fotoğraf çekenler… Tam bir can pazarı Mevlana Türbesi.
Mevlana Türbesinde ziyarete nereden başlanır sorusunu sormamıza gerek var mı bilmiyorum. Zira bizi bu defa bir Mevlana bilgini gezdiriyor. Önceki ziyaretlerimizde bir çok insan gibi biz de hemen Hz. Pir’in sandukasının bulunduğu mekandan ziyarete başlar ve devam ederdik.
Oysa bu defa farklı bir yerden başlıyoruz. Bizim eskiden en son zaman bulursak ziyaret ettiğimiz yerden başlıyoruz ziyarete? Peki ziyaretimize nereden başlıyoruz? Ateş Baz’ından yani Mevlana Mutfağı’ndan başlıyoruz. İçeride sembolik bir mutfak ve malzemeleri, yemek yiyen Mevleviler, ve sofra adabı, oturuş şekilleri yani sofradan tam doyamadan kalmak için dizlerinin birisinin yarım ayakta olması gibi… Grup yemek yerken ayakta duran bir derviş var. Bu derviş yemek esnasında su ihtiyaçlarına bakan bir nöbetçi. Birisi su isteyince tüm kaşıklar duruyor. Su içen bekleniyor ve yemeğe yine hep birlikte devam ediliyor. Kimsenin kimseye, su içerken bile hakkı geçmesini engelleyen bir sistem var mutfakta.
Ziyaretimize neden buradan başladığımızı yavaş yavaş anlıyoruz.
Mevlevilikte mutfak çok önemli. Zira mutfak sadece yemek pişirilen bir yer değil. Dergaha ilk gelenler buradan geçiyorlar. Yani ilk imtihan mutfakta yapılıyor. İnsanlar denenip, başarılı olurlarsa dergaha kabul ediliyorlar aksi halde kibar bir şekilde yani ayakkabılarının ön tarafı kapıyı, dışarıyı gösterir şekilde konulup imtihandan eleniyor.
Öyle bir imtihan ki, mutfakta sürekli iş, yoğun bir çalışma, bulaşık yıkama, odun taşıma gibi işlerle dergaha gelenlerin ilk nefis mücadelesi dolayısıyla ilk imtihanları Mevlevi mutfağında gerçekleşiyor. Daha sonra ders ve diğer etkinliklere geliyor sıra. İmtihanı geçemeyenler ulu orta dışarı bırakılmıyorlar. Özel bir kapıdan halkın içine salıveriliyorlar rencide olmasın diye.
Sayın Özönder bütün bunları noktası noktasına öyle anlatıyor ki, sanki o günleri yaşarcasına…