Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Birlik vakti
Toplumda birlikte yaşama bilincinin oluşabilmesi için, öncelikle fertlerin birbirlerine karşı iyi niyet ve samimiyet taşıması, insan olarak birbirine saygı duyması, bencillik ve bireysel çıkarcılığın insanı yiyip bitiren girdabından kurtulmaları gerekir. Nitekim irfan dünyamızın kutup yıldızı Hz. Mevlânâ, birlikte yaşamanın önünde en büyük engel olarak, farklılıkların birbirlerini iyi tanımama, dinleme eksikliği ve önyargılı hareket etme tavrına bağlar. Onun için kendisi Mesnevî’nin ilk beytine “bişnev/dinle” diye başlar.
Bir arada barış içinde yaşamanın ilk adımı, birbirimizi dinlemek ve anlamaktır. Tasavvuf terbiyesinde temel ilke, söylemek değil, dinlemektir. Eğitim-öğretim işi aceleye gelmez. Belli bir süreç dâhilinde olgunluk dönemi geçirmesi gerekir. Nitekim bir şiirde şöyle denmiştir:
Gör zâhidi kim sahib-i irşâd olayım der,
Dün mektebe vardı, bugün üstâd olayım der.
Bu şiirin muhtevasından anladığımız kadarıyla, henüz “olmak”lık olgunluğuna erişmemiş kimseler, “dinleyemedikleri” için gerçek anlamda “öğrenme”ve birbirini anlama aşamasına varamazlar. Mecazi anlamda sağırlar diyaloğundan da bir şey çıkmaz.
Dinlemek, bir Kur’an yöntemidir. Nitekim Kur’an’da ‘dinleme’nin bir öğrenme tarzı olduğuna dair birçok âyet vardır:
“Onlar, sözü (önce) dinlerler (sonra da) en güzeline uyarlar.”[1]
“Cinlerden bir grup, Kur’an’ı dinlerler..”[2]
“Vahyolunanları dinle.”[3]
“Dinle! O münadinin bağıracağı günü yakın bir yerden.”[4]
“Kur’an okunduğu zaman onu dinleyiniz…”[5]
“Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, onu dinleyin: Sizlerin Allah’ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de istenen de âciz.” [6]
Konuşmak; dinleme ve öğrenmenin sonucudur. Kuş yavruları bile belirli bir müddet analarını-babalarını dinlerler, öğrendikten sonra da ötmeye başlarlar. Bizde de “erken öten horozun başını keserler” deyimi meşhurdur.
Mevlânâ yaşadığı çağda entellektüellerin durumunu, birbirlerinin ne dediğini anlamayan dört kişinin üzüm için kavgaya tutuşmalarına benzetir. Söylenceye göre adamın birisi dört kişiye bir dirhem verir. Dirhemi alanlardan İran’lı ben bu parayı ‘engûr’a vereceğim, Arap olan ‘inep’ alacağım, Türk ise, ben ‘üzüm’ isterim, Rum da ben de ‘istafil’ isterim, der. Aralarında anlaşamayan bu insanların herbiri aslında aynı şeyi istemektedirler. İşte bu insanlar, mana dilini bilmedikleri için kavgaya tutuşmuşlardır. Bu sebeple aynı dili konuşan insanlar değil, aynı manayı paylaşan insanlar anlaşabilir.
Hz. Mevlana’dan ilhamla, içinde yaşadığımız çağın da en büyük sorunları arasında; toplumların birbirlerini gereği gibi tanımama, tanıma çabası içine girmeme ve önyargılı hareket etme düşüncesi yer alır. Bu olumsuz bakış açılarının derinleşmesi, özellikle çağımızda toplumlar arası güven bunalımını artırmaya ve çatışma ortamlarını genişletmeye hizmet etmektedir. Çare, toplumların birbirlerini tanıması ve değerlerini kavramalarından geçer. Birleştirici bir dil kullanmayı temel ilke edinmiş olan Hz. Mevlânâ, birbirinin değerini bilmeyen insanlara: “Gel de birbirimizin kadri kıymetini bilelim; çünkü ansızın ayrılacağız birbirimizden” demek suretiyle bir arada yaşamanın formülünü gösterir.