Adem Alemdar
Bosna’ya bir kere daha gitmek...
Adını ilk 1990’da duymuştum Bosna Hersek’in...
Aliya İzzetbegoviç’in adını da ilk kez duyduğum tarih Aralık 1990’dır...
Yugoslavya’nın bir eyaleti olan Bosna Hersek’in cumhurbaşkanı seçilmişti Bilge Kral...
1929’da kurulan Yugoslavya birliğini oluşturan cumhuriyetlerin halkları bağımsızlıklarına kavuşabilmek için mücadeleler başlatırken Bosna-Hersek de 1 Mart 1992'de gerçekleştirdiği referandum sonrasında bağımsızlığını ilan etmişti. TRT’den bu haberi duyduğumda içten içe sevinmiştim. Böyle bir devletin veya milletin varlığından haberdar olalı iki sene bile olmamıştı, ama içim ısınıvermişti...
Sonra Aliya’nın adını sıkça duymaya başlamıştık. İsmi ne güzeldi. Hele yüzündeki asillik ve gözlerindeki kararlılık... Onu çok sevmiştim. Vefatından bir yıl evvel Konya’ya geldiğinde bizzat yanına gidip elini öpmüştüm. Boşnakça bilmediğim halde Konya’daki Boşnak öğrencilere yaptığı konuşmayı, nasihatleri pür dikkat dinleyip anlamaya çalışmıştım. Gözlerim dolmuştu. Bizim cumhurbaşkanlarımız niye böyle değil diye kızmıştım...
Sonra bir gün, ölüm haberi geldi cep telefonuma. Ve ardından Ercan Uslu abi aradı, cenaze namazına gideceğiz, gelir misin diye...
Gittik. Gördük. Sadece biz değil, dünya alem ağlıyordu. Yağmur hiç kesilmedi gün boyu. Halkın tamamının gözü yaşlı idi. Babalarını kaybetmişlerdi. Bosna’yı öksüz bırakmıştı, ama bir gün ölecekti herkes zaten...
Bosna’yla ilgili sayfalar dolusu yazı yazılabilir, ama gitmeden, görmeden olmaz. Orayı yaşamak lazım. Sonra yeniden gitmek, yeniden yaşamak ve yeniden solumak...
Başçarşı’nın taş döşeli sokaklarında gezmek ve anlamak gerek...
Gazi Hüsrev Bey Caminin dış duvarındaki çeşmeden su içmek...
Çeşmenin adı Sevda Çeşmesi. Bu çeşmeden su içenin tekrar Saraybosna’ya geleceğine dair bir inanış varmış. Ben içmiştim ilk gidişimde...
...
İvo Andriç, Saraybosna ile ilgili yazdığı To Je Grad (İşte Şehir) isimli makalesinde şöyle diyor: “Şehri ilk ziyaret edenlerin izlenimleri burasını daha önce gördükleri şeklindedir. Oysa Saraybosna her şehre benzer ama o hiçbir şehir değildir.”
Bir yanı da Konya’ya benziyor Saraybosna’nın...
Büyükşehir Belediyesi Saraybosna’ya niye meslek edindirme kursu açtı ki diye sormuştum gitmezden evvel. Geldikten sonra anlıyorum, daha çok yere gitmemiz, kurslar açmamız gerektiğini. Çünkü biz gitmişiz ilkin oralara. Müslüman olmalarına vesile olmuşuz. Yüzyıllarca birlikte kardeşçe yaşamışız onlarla ve şimdi en kötü zamanlarında yalnız mı bırakmalıyız, ne yaparsanız yapın mı demeliyiz...
Sadece Saraybosna’ya değil, Mostar’a, Tuzla’ya, Gorazde’ye açılmalı birer kurs...
Balkanlardaki diğer kardeş ülkelere de. Kosova ve Makedonya’ya da...
Bu işler devletin vazifesi, belediyenin değil derseniz, işi yokuşa sürersiniz. Çünkü devlet organizasyonu ayrıntıları gözetemez, ama devletin desteği lazım. Ki zaten belediyenin bu meslek edindirme kurslarının maliyetini devlet TİKA marifetiyle üstlenmiş. Türk İlleri Kalkınma Ajansı destekleyecek bu gibi projeler bekliyor zaten...
Saraybosna’da keskin nişancıların vurduğu yüzlerce binlerce suçsuz, günahsız biri değil de karnı aç bile olsa kimsenin dürbününde değilseniz şükretmelisiniz...
Sırf Müslüman oldukları için tecavüz edilen, vurulan işkence edilen kardeşlerimizin sorumluluğu Osmanlı’dan bize mirastır. Unuttuğumuz şey budur. Kendimizle uğraşacağız diye diğer bir vazifemiz olan buralara gitmeyi ihmal etmemeliyiz...
Travnik. Bosna Hersek’in 50-60 bin nüfuslu küçük bir şehri. Tam 22 tane camisi var biliyor muydunuz? Her tarafı Osmanlı’nın yaptığı gibi duruyor. İnsanları buradan, Konya’dan gitmiş beş yüz sene evvel. Öğle namazı kıldığımız caminin imamını, “130 yıldır neredesiniz? Sizi bekliyoruz” demeye iten neydi ki. Tiyatro mu oynuyordu...
Bosna’ya iki kez gittim ve ilk fırsatta yine gitmeye niyetliyim...
Bugün, Bosna Hersek gezimizle ilgili tuttuğumuz notları sizlerle paylaşmaya başladık. Birkaç sürecek bu dizimizin okurlarımıza faydalı olmasını temenni ediyorum. Umarım kendi zaviyemizden vazifemizi yapmış oluruz...