Böyle hutbe mi olur?

İslâm cemiyetinin ergin, sağlam, mukim ve âkil erkeklerini haftada bir câmilerde cem eden ve  cemaat hâlinde edâ edildiği için “cuma namazı” adını alan ibadet, o kadar önemlidir ki, kılındığı güne adını vermiştir. Biz Türkler, cumaya verdiğimiz önemi, sonraki güne “cumartesi” (cuma ertesi) diyerek bir kat daha pekiştirmişizdir.

Cuma namazının vücûbuna ve edâsına ilişkin şartlar, onu “devlet namazı” ve “şehir namazı” saymayı gerektiriyor. Bir yerde cuma kılınabilmesi için “imam / halife / devlet izni” şart olduğu gibi, “cemaat” şartı da vardır. Cemaatin en az kaç kişi olacağı, farklı içtihatlara yol açmış tartışmalı bir konudur. 

Çocukluğumda hemen her perşembe evimize misafir olan Buharalı Hoca’nın köyde oturduğunu ve sırf cuma namazı kılmak için şehre indiğini öğrenmiştim. Dört halife devrinde her beldede cuma namazı kılınan ancak bir cami bulunduğunu da yeni örendim.

Cumanın rükünlerinden biri olan hutbe, İslâm toplumunun yöneticileriyle yönetilenleri arasında haftalık iletişimi sağlayan, dinin toplum ve siyaset boyutuna işlerlik kazandıran çok önemli bir etkinlik(miş)tir. Tarih içinde cumanın ve hutbenin bu tür özellikleri aşındığı veya şüpheli hâle geldiği için İslâm bilginleri, bu ibadetin güncel geçerliliği hususunda tereddüde düşmüşlerdir.  “Zuhr-i âhir” adı verilen bir namazın ortaya çıkıp cuma namazına eklenmiş olması, bu tereddüdün eseri olsa gerektir.    

Neredeyse otuz yıldır, Cuma namazını kılarken de, kılmazken de, bu derin tereddüdü hissetmekten, Müslümanların apaçık bir dini anlamak ve uygulamak hususunda yaşadıkları acze, ihmale, lâübaliliğe hayıflanmaktan kendimi alamıyorum.

Geçen Cuma, Şaban Abak ile buluşma yerimiz Sultan Selim Camii oldu. Cami duvarında “Selimiye Camii” yazılıydı. Bu farkı fark ettim.

İmam efendi, hutbede “rüşvet” mevzuunu anlattı. Canım çok sıkıldı. Önümüzde iki büyük bayramımızdan biri olan kurban bayramı var. Cemaati kurban ibadeti hakkında bilgilendirmek; Hazreti İbrahim’den, oğlu İsmail’den, Allah’ın rahmet ve merhametinin büyüklüğünden, ona liyakat ve yakınlık için kurban keseceğimizden, zekât verecek zenginlikte olan kadın erkek her Müslüman’a kurbanın vâcib olduğundan, gücü yetmeyenlerin kurban kesmek için kendilerini zorlamaması gerektiğinden, birden çok kurban kesilecek evlerden dünyanın daha yoksul bölgelerine kurban bağışında bulunulabileceğinden, hangi hayvanların kurban edileceğinden, gücü ve imkânı olanların kurbanlarını bizzat boğazlamalarının maddî ve manevî faziletinden, bıçağın iyice bilenmesi ve hayvana eziyet edilmemesi gerektiğinden, kurban artık ve atıklarının ortalık yerde bırakılmasının çirkin ve tehlikeli oluşundan… söz etmek yerine, rüşveti anlattı imam efendi.

İçimden “Böyle hutbe mi olur?” sorusu geçti. Aynı soruyu Şaban Abak’ın da kendisine sorduğunu düşündüm. Ama bunun böyle olup olmadığını sormadım ona.

Sorsaydım ve bu konu üzerinde konuşsaydık, belki de Karaman’dan geldiğini, orada rahmetli Akif İnan’ı andıklarını, Akif İnan’ın kitaplarını yayımladıklarını anlatmaya zaman kalmayacaktı!

Bugün arife: Teşrik tekbirleri başladı.

Yarın bayram: Mübarek olsun!            

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.