Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Cami merkezli hayat
13 Mayıs 2012 tarihinde İstanbul’da Yunus Emre Camii Külliyesi Eğitim ve Kültür Derneği (Yecder) III. Ulusal Din Görevlileri Sempozyumu düzenledi. Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen bu sempozyumda bir açılış paneli olmak üzere 25 oturum yapıldı. Türkiye’nin değişik üniversite ve camilerinde görevli olan din görevlilerinin iştirakiyle gerçekleştirilen bu sempozyumun ana teması: “Cami Merkezli Hayat” adını taşıyordu. Çok başarılı bir sempozyum olduğunu ifade edebilirim.
Bilindiği gibi, mü’minleri toplayan, bir araya getiren ve birleştiren manasına gelen cami, İslam’da hayatın merkezidir. Camilerimiz, asr-ı sadetten başlayarak 14 asır, bütün İslam diyarlarında, Müslümanların ibadet, ilim ve meşveret durağı olmuştur. İbadet için toplanan cemaat, din ilmini de orada öğrenir, dünya işlerini de orada görür çözümlerdi. Müslümanların hayatında cami, çok fonksiyonlu işlem gören bir dini müessese haline gelmiştir.
Her ne olursa olsun, İslam’da cami, hayatın merkezidir. İslam tarihinde bu manada Mekke, Medine ve Kudüs eksen şehir hüviyetini korumuş, Müslümanlar için model şehir olmuştur. Buradan hareketle ortaya çıkan İslam şehir geleneğinin merkezinde, cami vardır. Cami aynı zamanda bir olan Allah’ı ve Müslümanların vahdetini temsil eder; saraydan bedestene, adliyeden medreselere, daru’ş-şifalardan hamamlara varıncaya kadar diğer bütün müesseseler, caminin etrafında kurulmuştur. Bu bir külliye biçimidir. Başta yönetim merkezleri olmak üzere, medreseler, bedestenler, şifahaneler, hanlar-hamamlar vb. hepsi de ruhen camiden kopmamışlardır.
Tarihsel süreçte, dünya işleri çoğalıp dağıldıkça, cami, ancak ibadet ve ilim merkezi olarak kalmıştır. Özellikle asr-ı saadette camide yürütülen hizmetler daha sonra her biri ayrı bir müessese haline gelmiştir. Bu da doğal olarak şartların getirdiği bir sonuçtur. Örneğin, dünyaya ait bilgiler genişleyip, ihtisasa doğru gittikçe, camiye bağlı eğitim kurumları işlevini kaybetmiş, fenni tedrisat için ayrı mektepler açılmıştır. Bugün camilerimizin her biri bir ibadet mekânı ve yaygın eğitim kurumu hizmetleri vermektedir. Senede yaklaşık 54 defa hutbe okunmakta ve birçok vazu nasihat edilmektedir. Bir açık üniversite mahiyeti taşıyan camilerimiz, halkın eğitimi konusunda ciddi katkılar vermektedir. Eğer camilerimizde bulunan; Mihrap, Minber ve Kürsü eksenli din hizmetleri tam olarak ihya edilebilirse, yeniden güzel şeyler yapılabilir. Burada iş, hademe-i hayrat olan din görevlilerimize düşmektedir.
Yirmi dört saat çalışan fedakâr din görevlilerimiz, caminin içiyle yetinmemeli, geniş yelpazeli din hizmetlerini caminin dışındaki insanlara da götürmelidir. Bir nevi o, bulunduğu alanda sosyal nafilelere ağırlık veren bir kimse olmalıdır. Çünkü önder konumunda bulunan imam, çok önemli bir kamu hizmeti görmektedir. Yerine göre o, hastanın ilacını, fakirin odun ve kömürünü tedarik etmeli, sokakta engellilerin sorunlarıyla yakından ilgilenmeli, düğün salonlarında ahlak konulu konuşmalar yapmalı ve çevreye duyarsız olanların öğretmeni olmalıdır. İşte din görevlilerimiz, bütün bu sosyal aktivitelere öncülük yapan yüce şahsiyetlerdir. Onlar, hesabi değil, hasbi olarak görev yapmaktadırlar. Aynı zamanda cemiyetin güven sigortasıdırlar da. Bir düşünelim. Güvenlik güçlerimiz bir olay meydana geldiği zaman olay mahalline gelirler. Din görevlilerimiz ise, camide cemaatini eğitmek suretiyle olayların meydana gelmesini önceden önlerler. Onun için cemiyetin güven sigortasıdır, diyoruz. Birçok hizmet onlardan beklenirken, elbette onların ihtiyaç duyacağı maddi ve manevi her türlü imkân hazırlanmalıdır.
Yecder’in düzenlediği III. Ulusal Din Görevlileri sempozyum kitapçığı yayınlandığı zaman camilerimizin yaşadığımız yüzyılda daha ne büyük hizmetler ifa edeceğini göreceğiz. Ben bu münasebetle tekrar bu sempozyumu düzenleyen kardeşlerimize yürekten teşekkür ediyor, bu tür ilmi faaliyetlerin artarak devam etmesini diliyorum.