Fatma Şeref
Çanakkale ve Türk Aydını
Mel Gibson’un baş rolünde oynadığı Gelibolu filminde hiç unutmadığım bir sahne var: Avustralyalı iki sporcu genç arkadaş Anzak birlikleri safında Gelibolu'ya gitmek için İngiliz birliklerine katılmak üzere yola çıkıyorlar. Kendi kasabalarından büyük bir şehre yürüyerek gidecekler. Avustralya’nın geniş arazisinde yol alırken yıllardır dağlarda yaşayan yaşlı bir bilge ile karşılaşıyorlar. Yol soruyorlar galiba, adam da doğal olarak “Nereye gidiyorsunuz ?” diye soruyor. Hallerini arz ediyorlar ve sonunda kısaca “İngilizlere katılıp Türklerle savaşmaya gidiyoruz “ diyorlar. Yüzünde acı bir tebessüm beliren bilge “Neden, İngilizlerin savaşından size ne ?” diye soruyor bu kez. Onlarda tüm heyecan ve inanmışlıkları ile “Çünkü eğer Türkleri orada durdurmazsak buraya kadar geleceklermiş!” diye cevap veriyorlar. Yaşlı adamın gözleri bir süre uzaklara dalıyor ve dönüp gülümseyerek gençlerin ta gözünün içine bakıyor. Sonra filmin en can alıcı cümlesini söylüyor : “Keşke Türkler ta buraya kadar gelse, İngilizlerden daha kötü olamazlar ya…”
Bu filmin senaryosu Ernest Raymond'un Tell England /Anlatın İngiltere’ye adlı romanından uyarlanmış gerçek bir hayat hikayesi ve çekildiği yıl Avustralya’daki tüm sanat ödüllerini almış.
Anlatın İngiltere’ye! Çok ilginç bir başlık gerçekten, İngilizler anladıysa da soğuk yüz ifadelerine asla yansıtmazlar bunu bilirsiniz. Ama benim derdim sömürgeleri ile İngiltere’nin arası nasıl gidiyor değil elbette. Onların bunları yazacak, filme alacak mücadelesini aydın ve sanatçıları varmış ne güzel!
Peki, bizde durum öyle mi? Bizim aydın ve sanatçılarımız anlamanın neresinde ki bir de başkalarına anlatsınlar… Yukarıdaki replikte geçen “Çünkü eğer Türkleri orada durdurmazsak buraya kadar geleceklermiş!” Cümlesi bin yıllık ünlü bir propagandanın özetidir. Ne ilktir ne de son. William Shakspeare Othello adlı eserini hatırlayalım. Olay 1258 ‘de yani henüz Selçuklu Döneminde Alaeddin Keybubat’ın hemen sonrasında geçmektedir. İlk sahne Venedik Dukalığında açılır Avrupa’nın önde gelen tüm yöneticileri toplanmıştır ve Kıbrıs’a bir temsilci göndermek için seçim yapacaklardır. Peki, sebep? “Türkler artık Akdeniz kıyılarına indi. Eğer orada durmazsak buraya kadar gelecekler!”
Örnekleri uzatabiliriz ama yeterli sanıyorum. Ama bizim bazı aydınlarımıza göre batının hiç umurunda değiliz bazılarına göre de tek korkusu derdi biziz. Bizim çocukluğumuz ve gençliğimiz bu iki saçma sapan uç arasında geçti. Sırf bu yüzden bizden sonraki kuşaklar kurtulur mu umudu ile yazıyorum.
Yoksa öncekiler dinozor kabuklarını değiştirir değiştirmez hiç umurumda değil artık. Çünkü samimi olmadıklarını biliyorum. Nereden mi? Çünkü siyasi tarafları savunmak için yazıyorlar mücadele ediyorlar. Oysa politika siyasetçilerin işidir. Onlar kendi işlerine gelen bilimsel ya da kültürel tüm üretimleri seçer alır değerlendirirler. Bir yazarın, gazetecinin, sanatçının ya da aydının bir cephenin kalesine geçip ben buraya gol attırmayım tavrı olamaz. Bunu yapmak isteyen doğrudan siyasete girmelidir.
Oysa bizim Çanakkale’deki gibi siyaset üstü bir ruha ihtiyacımız var. Örneğin 1939 ve 1949 ‘da Amerika ile yapılan ikili Milli Eğitim Politikası anlaşmalarını ve bundan dolayı Köy Enstitülerini yıpratıp kapatma sürecinin başladığını hatta Atatürk’ün bizzat hazırlattığı tarih kitaplarının müfredattan çıkarıldığını sol aydınlar neden gündeme hiç taşımaz. Ya da bu sözleşmenin üstüne tüy diken Menderes dönemi uygulamalarını sağ aydınlar neden hiç ele almaz. Oysa milli eğitim bizim en temel problemimiz aydınlar bunu konuşmayacaksa sonsuza kadar sussunlar daha iyi!
Ama dikkat ettiğiniz gibi bu işlerin bazıları İnönü bazıları Menderes dönemine rast geliyor. Bu yüzden neden üstüne gidilemeyeceği ortada… Vatan ve millete hizmet etmiş, geçmiş veya şimdiki hiçbir lidere hiçbir devlet adamına saygısızlık etme hakkımız olamaz. Doğru ve iyi tüm çabaları için minnettarız. Yanlışları hangi şartlar altında yaptılar belki de zorunluydular bilemeyiz. Ama bir şeyleri düzeltmek istiyorsak bunları bilmek zorundayız.
Kimse alınmasın şöyle de bir gerçeğimiz var: Komünistler 12 Eylülden sonra Kemalist oldu İslamcılar 28 şubattan sonra Muhafazakar oldu. Ama bu değişimle içsel olarak ne kadar yüzleşildi, kaç roman yazıldı kaç film çekildi mesela canımızı acıtsa da… Her değişimin büyük sancıları olur. Kimseden ses çıkmadığına göre belki ertelenmiş sancıların çatışmasını yaşıyoruz şu anda. Ama bunu gelecek kuşaklara yüklemeye de hakkımız yok.
Bir yazı da bitmez ama bunlarla yüzleşmek de dahil Türk aydın ve sanatçılarının bir çok temel görevi varken parti amigoluğu kimseye yakışmıyor. Bırakalım siyasetçiler kendi işlerini yapsın, sıcak ve güncel politika başka bir şeydir. Topluma ışık tutmak yol açmak yön vermek bambaşka bir şey…
Herkes bulunduğu alanda kendi görevini en iyi şekilde yapsın kişisel ihtiyacımız da bu memleketin ihtiyacı da bu…
Belki hiç alakası yok diyeceksiniz ama bu yıldönümünde Çanakkale bana bunları düşündürdü. Zaferimiz bir kez daha kutlu olsun ve hangi alanda çalışıyor olursak olalım, o şehitlerin kanına layık olalım inşallah…
Hayırlı Cumalar