Adem Alemdar
Çok çalışınca mı zengin olunur…
Çok çalışınca mı zengin olunur…
Zengin olununca mı çok çalışılır…
İki kardeş babadan kalma torna tezgahında karınlarını doyurup gitmekteler. Doğruluktan şaşmadan, haksızlık yapmadan helal kazanca talip olmaktalar. Hedefleri ise işlerinin biraz daha büyümesi, ama nasıl yapacaklar, ne edecekler bilemiyorlar…
Hani başarılı olmak için şöyle yapın böyle edin türü bin türlü kitap var ya…
O kitaplarda ayrıntılı şekilde anlatılır; başarılı işadamlarının hayatlarından örnekler verilir. Onların hayat hikayeleri özendirilerek anlatılır. Şöyle toplantı yaptı, böyle karar verdi, şu kadar saat düzenli çalıştı ve büyük bir iş ve para sahibi oldular…
Bu kardeşlerin ne o kitaplardan haberi vardır ne de gıpta ile takip ettikleri zengin işadamları. Bunlar işlerini yapmaktalar ve karşılığını da Allah’tan beklemekteler…
Ortak kardeşler bir gün ailecek pikniğe gitmeye karar verirler. İşyerinde kullandıkları minibüse doluşup şehrin dışında piknik yeri ararlar, ama ne çare. Her yer saatler önce dolmuş…
Başka piknik alanlarına da giderler, maalesef oralar da dolmuş. En sonunda yanlarında getirdikleri nevaleleri iyi-kötü buldukları bir gölgede yemeye karar verirler. Derken bir yol kenarından geçerken büyükçe bir ağaç görürler, gölgesinde de bir ihtiyar elma armut satıyor. Durup ihtiyara sorarlar, ‘amca senin yanında şu gölgede soframızı kursak bize müsaade eder misin?’ diye. Adamcağız, memnuniyetle kafa sallar…
Sofra kurulur, etler mangala atılır, bir yandan salatalar yapılırken bizim tornacı kardeşler ihtiyarın yanına varırlar ve ısrarla onu da sofralarına davet ederler. Adamcağız kabul edip bir kenarda ikramlardan nasiplenir. Çay faslına geçilince de muhabbet başlar…
İhtiyar adamın kimi kimsesi yoktur, bahçesinden çıkan mahsulleri satarak geçinmektedir, ama en büyük muradı Hac’ca gitmektir. Gereken parayı bir türlü biriktiremediğini, hacca bir gidip gelse artık parayla da bir işinin kalmayacağını söyler. Tornacı kardeşler ihtiyarın anlattıklarından çok etkilenirler ve ona yardım etmek isterler, ama nasıl…
İhtiyar bir ara para etmeyen bir arazisinin olduğunu söylemişti, onu sorarlar, ‘Bu arazin etse etse kaç para eder’ diye. Uzatmayalım, bizim tornacılar ihtiyarın ‘para etmez’ arazisini Hac’ca gidecek kadar bir paraya almaya karar verirler…
Ertesi gün çarşıda buluşup notere giderler ve tapu karşılığında adamcağıza parasını verirler. Helalleşerek dualar eşliğinde birbirlerinden ayrılırlar…
Aradan birkaç sene geçmiştir. Tornacı kardeşler işlerinin başındayken kapıdan eli çantalı iki adam girer ve ‘falan yerdeki arsa sizinmiş, biz oraya talibiz’ derler. Tornacı kardeşler evvela yanlış kişiye gelindiğini söyleyecek olurlar, ama sonra hatırlarına gelir ihtiyardan aldıkları arsadır burası. O kadar çok para teklif edilmiştir ki o ‘para etmez’ araziye şaşıp kalırlar…
Birkaç günlük bir araştırmadan sonra arazinin gerçek değeri tespit edilir ve olağanüstü bir paraya satarlar. Fakat içleri rahat değildir. İhtiyarı bulup bu paranın onunla paylaşılması gerektiğini düşünürler…
İhtiyarın adresine vardıklarında kimsecikleri bulamazlar. Bakkala sorarlar ve gerçeği öğrenirler. Adamcağız, o sene hacca gitmiş ve döndükten kısa bir süre sonra da vefat etmiştir.
Tornacı kardeşler yıllar önce sevindirdikleri ihtiyarın dualarıyla büyük bir servetin sahibi olmuşlardır…
Şimdi o tornacı kardeşler milyon dolarlarla ihracat yapan büyük bir firmanın sahibidirler ve her geçen gün daha da zenginleşmekteler…
Başarı kitaplarıyla ‘zengin’ olmaya çalışanlara duyurulur: Allah zenginliği istediğine verir. Siz ona kısmet dersiniz, kader dersiniz, bereket dersiniz…
Gelecek hafta Kurban Bayramı münasebetiyle buluşamayacağız. Bir sonraki hafta kısmetse buradayız. Bayramınızı şimdiden tebrik ederim…