Fatma Şeref
Cumhurbaşkanımızı kaçırmışlar diyen çocuk
Cumhurbaşkanımızı kaçırmışlar diyen çocuktan Makaryos'un sakallarına , Darbe Gecesi
Altı ya da yedi yaşlarında toraman , sevimli bir oğlan çocuğu uykundan kalmış dağınıklığı ile elinde tableti koşarak yanıma geldi. Ve "Cumhurbaşkanımızı kaçırmışalar , doğrumu ?" diye sordu. Onun o masum gözlerindeki korkuyu , endişeyi ve bunu gizlemeye çalışıp metin durma çabasını gördüğümde zaman 15 Temmuz 2016 saat 23.30 sıralarıydı. Ama ben o gözlere bakarken 1974 yılına tam da bu günlerde gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekatının öncesine döndüm :
Henüz dört yaşındaydım. Nevşehirdeki güzel köyüm Köşektaş'ta baba ocağı , anne kucağıda beş büyük kardeşimin sevgisi arasında asude mesut güvendeyken Kıbrıs'tan kötü haberler gelmeye başladı. Kimse bana doğrudan bir şey söylemiyordu ama ben de kendimce birşeyler anlıyordum . Tv, radyo ve gazetelerde sürekli , sadece Türk olduğu için öldürülen insanlar , küvette kesilmiş çocuklar ve Baş Piskopos Makaryos'un o siyah başlıklı, siyah giyisili, siyah sakkalı karanlık görüntüsü sürekli yayınlanıyordu. Anlıyordum ki Makaryos tüm Türk çocuklarının kıtır kıtır doğranmasını istiyor.
Bir gece , annemle babamın yanında uyurken , birden bire Makaryos'un yüzü gökyüzünde belirdi. Sakalları uzayarak tüm köyümüzü kapladı . Karanlıkta herkes bir yana kaçmaya çalışıyordu. Ama sakal sihirli bir çalılık gibi büyüyor dalları her yere uzanıyordu. Uçları bıçağa dönüşüp insanların karnından girip sırtından çıkıyordu. Sonunda Makaryos'un korkunç kocaman gözleri bizim tavanda belirdi. Bıçaklı sakalının birkaç telini uzattı annnemi babamı öldürdü . Ben en dipteki odaya doğru kaçıyordum ama koridor gittikçe uzuyordu. Sakallar kıvrılarak peşimden geliyor bağırmak kardeşlerimi çağırmak istiyorum sesim çıkmıyor. Çok uzaktan "Fatoş, Fatoş !.." diye biri sesleniyor ama onu bulamıyorum. Gözlerimi kapatıp son birkez çığlık atmayı denedim ve bir el kolumdan tuttu. Gözümü açtığımda yatağın içinde oturuyordum. Babamla annem endişe ile bana bakıyorlardı. Kolumdan tutan ve seslenen onlarmış. Ama birden uyandırmak tehlikeli olur diye yavaş davranmışlar. Onlara sarılıp uzun uzun ağladım.
Makaryos'un asla buraya gelemeyceğini , sınırımızı geçemeyeceğini askerimiz polisimizin buna izin vermeyeceğini anlattılar ama ne sınır anlaya biliyorum o yaşta ne harita... Sonunda babam eğer gelirse onu kırk parça bölüp kurda kuşa yem edeceğini de söyledi. O gece sabaha karşı biraz uyudum sanırım. Ama o korku epey devam etti. Artık hiçbir şey güvende değildi benim için.
Bu hikayenin devamını bir başka yazıya bırakıp darbe gecesine döneyim. Bir çocuğun gözlerinde çocukluğumdaki o anı hatırlamak ilk değildi benim için ama sadece resimlerde filimlerde başka ülkelerde savaş mağruduru çocuklarda görüp herkes gibi üzülürdüm. Kendi vatanımda bununla karşılaşacağım hiç mi hiç aklıma gelmemişti o zor geceye kadar. Antalya , Kemer Tekirova beldesinde kaldığımız tatil yerinde o akşama kadar cıvıl cıvıl oynayan çocukların gözüne bu ifade nasıl da gelmişti bir anda. Az önce TRT deki bildiri okunmuş ,kısa bir sesizlik olmuştu. Herkes tv , başında internet çeken ortamlarda habere ulaşmaya çalışıyordu. Ben de öyle ...
Ama çocuğun karşısında tüm bunları unuttum tüm tarafları yorumları tartışmaları da. Eğitim psikolojisindeki usulleri de... Ve "Cumhurbaşkanımız kaçrılmış doğru mu ?" sorusuna "Yok canım" dedim ilk anda. "Öyle şey olur mu ? Hadi git yat sen.."
- Yatamam ! Ya ona bir şey olursa ???
Korkma bir şey olmaz demenin en zor olduğu anlardan biriydi. Sorunun cevabını bilmeyen öğretmen gibi zaman kazanmaya çalıştım:
- Çok mu seviyorsun Cumhurbaşkanımızı? Diye sordum. Bu arada elimdeki cep telefonunda "Cumhurbaşkanımız az sonra açıklama yapacak " paylaşımlarını kontrol ediyordum 40 dk. olmuştu. Ses yoktu. Çocuk sorumu hiç nefes almadan öyle bir cevapladı ki asla unutamam:
- Elbette çok seviyorum. Ben, Atatürk'ü çok seviyorum. Recep Tayyip Erdoğanı çok seviyorum. Kemal Kılıçdaroğlu'nu çok seviyorum Devlet Bahçeli'yi çok seviyorum... Buraya gelince biraz durdu . Sonra o teröristleri destekleyen partiyi sevmiyorum sadece, ama teröristleri değil bizi severlerse onları da sevebilirim.
Bu sırada ikisi kız biri oğlan aynı yaşlarda üç çocuk daha katılmıştı aramıza, az ileride tvden takip edelerin yanına gidemiyordum. Çocukların hepsi aynı durumdaydı. Sorular yorumlar ardarda geliyordu :
"Cumhurbakanımızı kim kaçırmış" diyor biri diğeri üzüntüyle cevap veriyor , "bizim askerler diyorlar" bir diğeri "aptal bizim askerler bizim cumhurbaşkanını kaçırmaz kılık değiştirmiş teröristtir onlar." "Onu öldürülerse bayrağımız ne olacak?"
Benden cevap bekliyorlardı. Son bir umutla izleyici gruptan ayrılan birine işaret diliyle sordum "Cumhurbaşkanından haber var mı?". Adam bir bana bir eteğimdeki çocuklara baktı durumu anladı sadece kaşlarını hafiçe kaldırdı. "Yok.."
Derin bir nefes aldım ve içimden dedim ki "Allah'ım beni bu çocuklara karşı yalan çıkarma!" Sonra en rahat emin ses tonumla : "Korkacak hiçbir şey yok Cumhurbaşkanımız uçakta az sonra televizyonlara çıkacak ve göreceksiniz. Bizim Cumhurbaşkanımızı kimse kaçıramaz..."
"Telefonundan mı gördün ?"
"Evet"
"Peki Kılıçdaroğlu ile Bahçeli de yanında mı?"
" Elbette yanında , hep berabeler ..."
"Oh, biraz rahatladım. Artık teröristleri yenebilirler, hep kavga ettiklerinden oluyordu."
Ömrümün en büyük yalanını söyledikten sonra bir de sahildeki büyük bayrak direğine baktım. Rahmetli anneannem bayrak direğe dürüm gibi sarılırsa uğursuzluk demektir biri ölür demişti ta yıllar önce. Nereden aklıma düştü ise belki tüm haberler kesilince uçan kuşla esen yele kalmıştı iş. Bayrak tüm olanlardan azede özgür rüzgarda açıla açıla dalgalanıyordu. Esintiyi içime çektim biraz ferahladım. Ne kadar vakit geçti bilmiyorum. Cumhurbaşkanı yayına bağlandı. Her yer canlandı. Ben ilk hala yatmamakta direnen , anne babaları da ortada gözükmeyen çocuklara haber verdim.Tabi görüntüyü göstermedim. Çünkü onlar her zamanki gibi al bayrağın önünde ışıl ışıl tüm ekranda görmeyi bekliyorlardı onu. Ama sesini duymaları bile yetti. Çoğunu yatağa gitmeye ikna ettim. İlk çocuk hariç tabletini açmış oyun sayfalarına bakıyordu.
-Oyun mu oynayacaksın bu saatten sonra ? Diye sordum biraz da sert bir tonda
- Oyun oynar mıyım ? Plan yapıyorum. Cumhurbaşkanımız kurtulduğuna göre artık bana da teröristlerin başını yok etmek düşer. Bir daha buraya adamlarını salamasın. Bak şura onun mağrası oraya kadar arkadaşlarımla gideceğim. Ama içeri bir tek ben gireceğim. Çünkü benden başka kimse ölsün istemiyorum, anlıyor musun?
Çok iyi anlıyordum . Onu alnından öptüm ... Adını bile sormadım çünkü Mehmedcikti !..
Durum ciddi plan bitince cumhubaşkanına sunup görev talep edecek. Sayın Cumhurbaşkanımıza buradan duyuruyorum eminim böyle çok istekle karşılaşacak.
Yazılacak söylenecek o kadar şey var ki ! Ama sıra gelmedi değil sıra çocuklarındı. Onlar söylenecek her şeyi söyledi. Ben ülkenin en ücra tenha sahilinde bunları yaşarken Ankara 'da , İstanbul'da bomha roket çatışma sesleri altında tanklar arasında yaşananları hayal etmemek mümkün mü ? Kimbilir kaç kişi o gece benimle aynı anda masum çocuk gözlerine bakarak aynı duayı etti benzer yalanları söyledi.
Tüm geceyi yazan bir çok roman çıkacak eminim. O geceki şanlı direniş için Başkomutanımız'dan Türk Milletinin tek tek tüm fertlerine kadar sade bir kutlamayı , klişe bir övgüyü az buluyorum. Hep söylüyordum yazıyordum :
Amerikalılar der ki : Biz bunu bir kez yaptık, bir kez daha yapabiliriz. Öyle ise biz şunu rahatlıkla söyleye bilir ve çocuklarımıza öğretebiliriz:
Biz bunu bin kez yaptık ! Bir kez daha yapa biliriz…
Samimi duygumu söylüyorum . Biliyordum...Bekliyordum ama bu kadarını değil ! ...Gerçekten bu kadarını değil... Evet , bir kez daha yaptık. Artık binbir kez yaptık diyeceğim. 15 Temmuz 2016 Türk Milleti bir kez daha tarih yazdı. Ve sabahtan akşama bambaşka şeyler söyleyip de darbe olunca benim cumhurbaşkanıma kimse bir şey yapamaz diye sokağa koşan büyükler ayrı bir yazı konusu..
Büyük geçmiş olsun. Ama biliyoruz ki süreç devam ediyor. Konunun başka açılarını , sonraki yazılarda değerlendirmek üzere...
Hoşça kalın, birlikte kalın , dirlikte kalın...