Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Değişim… değişim…
Bütün bir dünya ve özelde Müslüman halklar, yeni bir değişim ve dönüşüm dönemine giriyor.
Bu dönemin en bariz özelliği, artık totaliter ve despotik yapıların bir bir sona ermeye başlaması..
İslam dünyasında bu değişim sancılarının arkasında hangi itici etkenler rol oynuyor?
Bilindiği gibi, toplumsal barışın sağlanmasında adalet ve hakkaniyet ölçülerine göre bir yaşam biçimi geliştirmek çok önemlidir. Eğer bir toplumda, adalet ve hakkaniyet duygusu yara alırsa, sosyal, siyasal ve iktisadi hayatın her alanında güvensizlik ve istikrarsızlık baş gösterir. İşte başta Tunus, Mısır olmak üzere İslam dünyasında milyonları sokağa çıkmaya zorlayan temel etkenler arasında adalet ve hakkaniyetin terk edilmesi, cehalet ve yoksulluğun izdivacı gelmektedir. Böyle bir vasat, her türlü kötülüğün ve güvensizliğin tetikleyicisidir.
Çağdaş İslam dünyasında gelir dağılımında muazzam adaletsizlikler var.
İslam âleminin çoğu, petrol zengini, âdil bölüşüm olmadığı için toplumun % 80’i yoksulluk içinde yaşarken, % 20’lik bir azınlık varlık ve lüks bir hayat içinde müsrifçe yaşamaktadır.
Bugün İslam âleminde, 100 milyon kişiden sadece 16 milyonu insan gibi yaşamaktadır. İster istemez bu durum, önce beyinlerde ve sonra da toplumsal katmanlarda şiddet, başkaldırı ve isyan hareketlerinin mayalanmasını hazırlamaktadır.
Artık küreselleşme çağı ile birlikte her şeyin şeffaf bir zeminde cereyan ettiği görülüyor.
Toplumları çoban-sürü mantığına dayalı adı ne olursa olsun, otoriter ve totaliter karakterli sistemlerle yönetme devri kapanmıştır.
Toplumlar uyanmıştır. Herkes gelir dağılımından adil bir şekilde payını almak istiyor. Yıllardır parya olarak muamele gören bu insanlar, eşit vatandaş olmak istiyor.
Evet, yeni dönemin en açık göstergesi şunlardır: Demokrasi taleplerine sessiz kalmama, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, ifade, eğitim ve inanç özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, yönetim mekanizmalarına katılabilme, seçme ve seçilebilme özgürlüğü vb. gibi hakları ede etmektir.
Bu açılardan despotik yönetimlerin geçerli olduğu İslam dünyasının kahır ekseriyetine baktığımız zaman şunları görüyoruz. Gelir dağılımında korkunç adaletsizlikler, işsizlik, açlık, yoksulluğun derinleşmesi, sefalete dayalı bir yaşam tarzı, eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması, ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması ve kapalı bir toplum modeli yaşama..Bütün bu faktörler ister istemez her türlü ‘aşırı uç hareketleri’ besliyor.
Yeni dönemin temel sloganları arasında, siyasi baskılara ve diktatörlük yönetimlerine hayır gelmektedir. Bugüne kadar, Müslüman halkların demokrasi, serbest piyasa ekonomisine geçme, siyasi, fikri ve sosyal alanda liberalleşme talepleri bastırılmaya çalışılmıştır.
Şimdilerde Tunus’ta, Mısır’da, Cezayir’de, Yemen’de olup bitenlerin arkasında, halkların kendi yöneticilerini seçme özgürlüğünün olmamasına, insan hak ve özgürlükleri alanında korkunç ihlallerin yaşanmasına duyulan derin tepki yatıyor. Maalesef, demokrasi havarisi geçinen ABD ve Batı ülkeleri bu durum karşısında çifte standarda dayalı bir politika izliyor ve pragmatist davranıyor. Eğer Kahire tahrir/özgürlük meydanında milyonlar sokağa çıkmasaydı, acaba ABD ve Batı ülkeleri sessizliğini bozar mıydı?
Gerek Tunus ve gerekse Mısır’da milyonların özgürlük ve değişim talepleri karşısında hiçbir gücün tutunamayacağı kendini göstermiştir. Bu ve benzeri hareketlerden çıkan sonuç, mevcut yönetimler, halklarının temel değerlerine saygı duymalı ve onların özgürlük taleplerine duyarsız ve sessiz kalmamalıdırlar. Halkın iradesine aykırı tutum ve davranışlar, zalimlerin ve baskıcı rejimlerin sonunu getirmektedir. Çağlar öncesi ünlü mütekellim İmam-ı Mâtürîdi’nin dediği gibi, meşrû yönetimin alamet-i farikası; toplumun, yöneticilerini özgür bir şekilde seçmesidir. Umarım, İslam âlemindeki değişim sancıları, halkların iradeleri doğrultusunda tecelli eder ve insanca yaşanacak yeni düzenler kurulur.