Değişmek mi, yenilenmek mi?..

Tarihçiler 1699 "Karlofça Muahedesi"ni bir dönüm noktası olarak kabul ederler. Söz konusu antlaşma ile ilk defa masaya kaybeden taraf olarak oturduk. Daha da önemlisi, bu muahede ile Osmanlı aslanının eski gücünü yitirdiği, dişlerinin dökülüp pençelerinin sökülmüş olduğu ortaya çıktı. Bundan böyle artık mağlubiyetler birbirini kovaladı. Toprak yitire yitire günümüzdeki coğrafyamıza gelip dayandık, sadece buralarla yetinmek zorunda kaldık.

Nizam-ı Cedit… Vak\'a-i Hayriye… Lâle Devri… Tanzimat… Meşrutiyet… Cumhuriyet… Muasır medeniyet seviyesini yakalayabilmek için neler yapmak lazım? Cetlerimizin, ağabeylerimizin ve bizlerin zihinlerini bu soru işgal etti durdu. Yıllarca çağdaşlaşma idealimizin gelişmesi için Avrupa’dan yasalar aldık, sistem ve kurumlar ithal ettik… Gelinen noktada yine “değişim”, yani “değişerek çağdaşlaşma” peşindeyiz. “Dünya hızla değişiyor. Ayakta kalabilmek için değişmek zorundayız” gibi dayatmalarla estirilen rüzgarların kasırgaya dönüşerek bizi biz yapan değerlerimizi alt üst etmesinden endişe ediyoruz. Tam burada, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi ve Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sevgi’yi kulak vermemiz gerekiyor. Prof. Dr. Sevgi, konuyla ilgili olarak, “Evet, her şey değişiyor. Doğru! Biz de değişelim. Ama bu değişim fizikî mi olmalıdır, yoksa kimyasal mı? Öncelikle bunun aydınlığa kavuşturulması gerekir. Kanaatimizce sağlıklı olan, fizikî değişmelerdir. Kimyasal değişmeler özü sarsacağı için özellikle toplumlar açısından tehlikelidir. Bir insanın şekli şemaili, hatta düşünceleri bile değişebilir. Bu değişiklikler hiçbir zaman onun insan olma özelliğini kaybettirmez. Lakin onun kimyasını bozar, genleriyle oynarsanız ister istemez o başkalaşacak ve kendine yabancılaşacaktır. Aynı şeyleri milletler için de söyleyebiliriz. Her milletin kendine has değerleri vardır. Millî kültür dediğimiz dil, din, vatan, tarih, örf, âdet gibi milleti millet yapan değerlerimizi değiştirmeye kalkarsak, bu kimyasal bir değişim olacağı için ortada Türk milleti diye bir şey kalmaz. İç ve dış düşmanlarımız neden hep kültürel değerlerimize saldırıyorlar sanıyorsunuz…” diye konuşuyor.

Politika her şey demek değildir!

Yüzyıllardır sürdürmekte olduğumuz çabalarımızın başarıya ulaşamamış olmasının temelinde “değişme” ile “yenilenme” arasındaki farkın fark edilememiş olması yatmaktadır. Aslında bizim değişmeye değil, yenilenmeye ihtiyacımız var. Ülkemizdeki siyasi partilerde açık veya kapalı, geniş veya dar kalıplarla da olsa parti programlarına  bu iki kelimeyi yazarlar. Bazıları kelimelerin gerçek anlamlarını icraata geçirir, bazıları da geçiremez. Ülkemizde 3.5 yıla yaklaşan bir süredir hükümet eden AK Parti (Adalet ve Kalkınma Partisi)’nin  kurucularından “Şehr-i Konya” milletvekili ve Tarım ve  Köy İşleri  eski Bakanı Prof. Dr. Sami Güçlü, geçen hafta AK Parti İl Gençlik Kolları Başkanı kökleri benim Bozkır’ımdan gelen Faruk Şekerci ve çalışma arkadaşlarıyla “sıra dışı” bir sohbet toplantısı yaptı. Prof. Dr. Güçlü’nün basın danışmanı sevgili Çetin Tofan’ın davet ettiği isimler arasında bende vardım. Yaklaşık 2 saat süren bu sıra dışı sohbeti izleme şansına sahip oldum. Kendi adıma çok bilgilendim. 1969’dan buyana coğrafyamızda yaşanan kültürel gelişmeler rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in dizinin dibinden ayrılmadığını iyi bildiğim Prof. Dr. Sami Güçlü’den dinleme olanağını buldum.  Notlarımdan yazmam gereken cümleleri (bazı cümleleri yazılmaması kaydıyla duyduğum için yazmıyorum) bilginize sunuyorum…

Prof. Dr. Sami Güçlü, bu sohbette “Şehr-i Konya”nın genç beyinlerine, kültürden sanata, siyasetten ülke sorunları ve darbelere kadar geniş bir yelpazede açıklamalarda bulundu, önemli mesajlar verdi. Türkiye’de geleneksel siyasi anlayışın hala sürdüğünü vurgulayan Prof. Dr. Güçlü; “Siyasete erken başlamak ne bir kurtuluş, ne de bir kayıptır. Önemli olan ne yaptığını bilmektir. Her zaman sorgulayıcı olun. Ülkeye nasıl hizmet edeceğinizi düşünün. Hiçbir zaman bulunduğunuz kabın şeklini almayın. Ben 1996 yılına kadar siyaset yapma ihtiyacı hissetmedim” dedi. “Nitelikli insan sayısı siyasette hep muhafazakar kesimin karşısına bir sorun olarak çıkmıştır” diyen Güçlü, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Kendinizi her zaman önemseyip, değer vereceksiniz. Kendinize değer vermek ise, kendinizi bilgiyle beslemekle mümkündür. Ailenize, şehrinize ve memleketinize değer vereceksiniz. Değer vermek derken bencillik anlamında söylemiyorum. Bencillik insanın her zaman en büyük düşmanı olmuştur. Değer vermek bilmektir. Çünkü maddi kazanımlar sizi her zaman tatmin etmez. Kısacası, bu memleketin kültürlü insanlara ihtiyacı vardır. Bunun için çok okumalısınız. Çünkü hayat çok zor.”

Prof. Dr. Güçlü, gençlerden, yetiştirecekleri çocuklarına hayati önem arz eden konularda ailelerine danışmadan karar vermemelerini öğretmelerini, bunun da emekle olacağını da söyledi. Bir toplumun aydınlarını tanımanın kültürlü insan olmanın birinci kuralı olarak değerlendiren Prof. Dr. Güçlü, bu yöntemi kendine rehber edindiğini belirterek, “Okumak ve kültürlü olmak bir ihtiyaçtır. Sizlerde bugünden başlayarak kendinize sığınacak bir liman bulmalısınız. Burada ya maneviyata yöneleceksiniz ya da kültürlü olacaksınız. Kısacası işimiz çok zor” şeklinde konuştu. Sohbetini gençlik yıllarındaki anılarıyla süsleyen Prof. Dr. Güçlü, “Sizlerin yaşında siyasete girdiğimizde arkadaşlarım ve bana bir vizyon veriliyordu. Ama bunu, siyasetle yapmayacağımız da söyleniyordu. Bu engeli bir türlü aşamadık. Dolayısıyla düşüncelerimiz hep akim kaldı. Düşüncelerimizi siyasete yansıtabilseydik, 1983 yılında ANAP’a hakim olabilirdik. Çünkü rahmetli Özal, bizim anlayışımıza yakın bir insandı. Bu anlatmış olduğum düşünce yapısını oluşturan insanlar gecikmelide olsa bugün, AK Parti de siyasete girdi ve bu partinin ana gövdesini oluşturuyor” dedi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.