Derviş Argun
Dertleri Kobaniymiş…
Kobani üzerinden geliştirilen ve muhtemelen Türkiye’nin yeni bir gezi süreci yaşaması için planlanan çatışmalar bitmiş gibi gözüküyor. Doğu toplumlarının sorgulama yapmadan ve oldukça hızlı bir biçimde çatışma iklimine girmesi planlayıcıların işini kolaylaştırıyor. Tüm ülkenin yerle bir edilmesi için bir kıvılcım yeterli oluyor. Hatırlanırsa Fransa başta olmak üzere batıdaki bu kabil çatışmaların da çoğunda voğu kökenli gençler vardı.
Çoğu zaman, mahallî bir olayı o bölgede çözerek yaygınlaşmasına mani olamıyor o kimliği temsil eden tüm insanları çatışmanın tarafı yapıyoruz. Bu, kısmen yönetim hatasından kaynaklanıyorsa da kısmen insanımızın meselelere bakışıyla alakalı bir durum. İki şehir arasındaki futbol müsabakasından kaynaklanan mahallî bir kavga, tüm ülkede o iki şehrin insanlarının kitlesel çatışmasına dönüşebiliyor.
Geçtiğimiz hafta yaşadığımız ve onlarca insanın ölümüne sebep olan olaylar da benzer bir psikolojinin dışavurumudur. Kobani’de yaşanan bir olay, Türkiye’de bir tarafı etnik kimliğinden dolayı diğer tarafı inançlarından dolayı saf tutturulmuş iki kesimi karşı karşıya getirdi. Görünen o ki artık kalıcı hasarlar oluşturacak çatışma süreçleri çıkaramıyorlar. Buna hep birlikte şükretmemiz lazım.
PKK ve uzantısı güçlerin Kobani üzerinden Hüda-Par’a saldırması oldukça manidar. Hüda-Par, devamı olan anlayış üzerinden sorgulandığında bırakın IŞİD ile eşleştirilmeyi belki de IŞİD açısından en az Kobani’de çatıştığı PYD kadar birbirlerine muarız sayılabilir. O sebeple, PKK ve uzantısı güçlerin, Kobani’deki IŞİD saldırısının intikamını, IŞİD ile ne tabansal ne de içerik açısından hiçbir bağı olmayan Hüda-Par üzerinden görmeye çalışması bu çatışmanın ne kadar yüzeyel ve düzmece olduğunun en büyük ispatıdır. Bu çatışmayı dizayn ederek, Hüda-Par üzerinden Doğu ve Güneydoğu’da bir hareketlilik arzu edenler zannımca küllenmiş bir ateşi alevleme çabasındalar.
Coğrafyamız, birbirine muarız güçlerin, birbirine müttefik güçlerle karmaşık işbirlikleri ve kavgalarıyla kavruluyor. IŞİD, kürt bölgesi Kobani’ye saldırıyor. Kobani, PYD ve Özgür Suriye ittifakıyla savunuluyor. PYD’nin Türkiye uzantısı PKK, Türkiye Cumhuriyeti ile çatışma halinde. Türkiye Cumhuriyeti PYD ile omuz omuza IŞİD’e karşı savaşan ÖSO’ya yardım ediyor, PYD’ye yardım etmesi için yoğun bir pres yaşıyor. IŞİD ile El Nusra, Suriye’nin her tarafında boğaz boğaza çarpışıyorlar. Aynı El Nusra ve IŞİD, Suriye’nin batısında güç birliği ederek Lüban Hizbullahının kamplarına saldırıyorlar.
Baş döndürücü bu çatışma bulmacasının çözüm şifrelerinin ABD’de olduğu kesin. ABD, ara ara kafasını uzatıp akıl veriyor, ara ara da ateş yavaşlarsa körüğünü çalıştırıyor. Hem mali hem de siyasi olarak ABD ve batının düştüğü bataklıktan çıkışı, ancak bu coğrafyanın meşgul edilmesi ve mesafeyi kapatacak ataklar yapmasına mani olmasıyla mümkün. Bu, tüm dünyanın bildiği bir gerçek. Bu gerçeği geç olsa da bizde öğrendik ve artık her olaya ABD, batı ve küresel yapılar (NATO,BM,v.s) girin dediği için atlamıyoruz. Her talebe karşı şartlar öne sürüyor ve bizim üzerimizden oyun kurmalarına izin vermiyoruz. Hükümetin, ABD tarafından Türkiye’den istenen Suriye konulu katkı için getirdiği üç şart, tamda bu durumu anlatmaktadır. Türkiye, bu gün üç yıl öncesine göre olaylara daha analitik ve daha gerçekçi bakmaktadır. İnşallah doğu ve güneydoğu’da olduğu gibi, Suriye’de de yeni bir çözüm süreci belirmeye başlamıştır. Gecikmelide olsa bu ışık, hepimizi gülümsetecek gibi gözüküyor.