Prof. Dr. Ali Akpınar
Doğu ve Batı İlişkisinin Entelektüel Boyutu
Doğu ve Batı İlişkisinin Entelektüel Boyutu
Doğu ve Batı İlişkisinin Entelektüel Boyutu başlığı, 9-11 Ekim 2008 tarihlerinde Sivas’ta gerçekleştirilen bir sempozyumun adı. Sivas İlahiyat Fakültesinin gerçekleştirdiği bir bilgi şöleni idi bu. Doğusu ve batısı ile yurt içi ve yurt dışından yüze yakın bilim adamının katıldığı bir toplantı. İki gün aralıksız süren bu sempozyumda dikkatimizi çeken önemli tespitleri sizlerle paylaşmak istedik:
Sempozyum, Endülüslü bir ilim adamı İbn Rüşd etrafında yapılan konuşmalardan oluştu.
Çok yönlü bir düşünür olan İbn Rüşd’ün yaşadığı ve o gün için İslam merkezi olan Endülüs, bugün batı ve Hıristiyan merkezlerinden biridir. İbn Rüşd’ün anıldığı, bütün yönleriyle masaya yatırıldığı yer ise geçmişte Roma şehirlerinden, bugün ise Anadolu şehirlerinden biri. Endülüs düşünürünün, Anadolu’da anılması, Birleşmiş Milletlerin Medeniyetler İttifakı projesinin gerçekleştirilmesinde İspanya ve Türkiye Başbakanlarının görevlendirmiş olmaları kadar anlamlı. Zira İspanya batı dünyasına açılan önemli bir kapı, Anadolu is doğuya açılan önemli bir kapı. Dolayısıyla Doğu-Batı ilişkilerinin sağlıklı bir zeminde devam edebilmesi, bu kapıların devamlı açık tutulmalarına ve sağlıklı iletişimlerine bağlı.
İbn Rüşd, batıyı ve doğuyu yaşamış, hazmetmiş ve yorumlamış bir düşünürdür. O fıkıh, kelam, tıp ilmi başta olmak üzere dinî ve müspet pek çok ilimde otorite olmuş bir ilim adamıdır. Batıda Averros diye bilinen İbn Rüşd, Aristo’yu yorumlayıp doğuya taşıyan Şârih-i Âzâm/Büyük Yorumcudur. Onun yaşadığı dönem, batı ve doğu buluşması ve hesaplaşması açısından oldukça önemlidir. Bu yüzden İbn Rüşd’ün fikirleri ve yorumları bugün de önemlidir. İbn Rüşd, din ve felsefe dengesini kurmaya çalışmıştır. Aslında her ikisi de aynı kaynaktan beslenirler. Dinin kaynağı, peygambere melek vasıtasıyla ulaştırılan hazır ilahî hikmetlerdir, felsefenin kaynağı ise aklın çalışarak ulaşabildiği ilâhî hikmetlerdir. Zaten dinde var olan müteşâbihatlar, düşün, araştır, yorumla ve bul diye vardırlar.
İbn Rüşd’e göre, Din ve Felsefe birbirleriyle süt kardeşitir. Bu iki kardeşin tartışmaları, bazen de çatışmaları aslında her ikisinin de salt gerçekte buluşmalar içindir. Zira fikirlerin çatışmasından, salt gerçekler ortaya çıkacaktır.Kardeş kardeşi bıçaklar, döner kucaklar.
İbn Rüşd, yaşadığı dönemde tıp ilmi ile uğraşanlar başta olmak üzere, siyasîleri ve din âlimlerini karşısına almış, bu yüzden de pek çok çevrenin hücumuna uğramış bir kimsedir.
İbn Rüşd hakında çalışma yapan her kesim, kendisini onda bulmaya yahut kendi söylemlerini ona söyletmeye çalışmıştır. Bu meyanda ona reformist diyenler olmuş, seküler/laik diyenler olmuş, ateist diyenler bile olmuştur. O, din âlimleri tarafından ağır eleştirilere tabi tutulup hatta tekfir edilirken, din dışı çevrelerce de istismar edilmekten kurtulamamıştır. Yani o ne Musa’ya, ne İsa’ya yaranamıştır.
Şurası iyi bilinmelidir ki İbn Rüşd, İslamî ilimler içerisinde bir filozoftur. O, filozof olmadan önce bir İslam âlimidir, yıllarca baş kadılık yapmış, İslam Hukuku alanında Bidayetü’l Müctehid gibi bir eser vermiştir. Kendisi de baş kadılık yapmış olan babası ve dedesi gibi Muvatta Hâfızıdır. Muvatta’ İmam-ı Malik’in meşhur hadis mecmuasının adıdır. İbn Rüşd, temel ilkeleri ile dini, nübüvveti, mucizeyi, ruhanî azabı kabul eden bir ilim adamıdır. Ona göre peygamberler dışında hiç kimse mutlak doğruya ulaşamazlar.
Burada şu hususun altını çizmekte yarar vardır: Topluma mal olmuş kişilerin doğru olmaları kadar, doğru anlaşılmaları da önemlidir. İbn Rüşd eleştirileri, tekfir edilme noktasına kadar götürülmüştür. Bu sonuçta, tek sorumlu bu yargıya varanlar değildir. İbn Rüşd’ün doğu batı arasında yaşarken, felsefe ve din arasında kaldığı, bu arada yaptığı kimi yorum ve söylemlerinde net olmadığı düşünülebilir. Öte yandan İbn Rüşd’ü değerlendirenlerin, onu bir bütün olarak ele almadıkları, parçacı bir yaklaşımla onu kendi fikirlerine hizmet ettirmeye çalıştıkları da bir gerçektir.
Yaşadıkları şartlar, hitap ettikleri çevre bakımından Gazzâlî ile İbn Rüşd’ün akılcılıkları farklı alanlarda olmuş ve bunun farklı yansımaları olmuştur. Dolayısı ile iki âlim arasındaki tartışmalar, salt çatışma olarak görülmemelidir.
İbn Rüşd’ü batı dünyası daha fazla sahiplenmiştir. Bu, doğunun İbn Rüşd’ü batı dünyası kadar takdir edemediği anlamına gelmez. Belki o zamanlar doğu, batı kadar İbn Rüşd’e muhtaç değildi. Zira doğuyu doyuracak daha pek çok İbn Rüşdler vardı. Buna karşılık İbn Rüşd yaşadığı çevre kadar, geliştirdiği fikirlerle de batıya daha yakın olmuştur.
Evet, hikmet müminin yitiğidir, onu nerede bulursa alır. Hikmet sevdalıları düşünenler, araştırmaya ve düşünmeye devam etsinler öyleyse.