Şakir Tuncay Uyaroğlu

Şakir Tuncay Uyaroğlu

Dünya Tatlısı Öğrencilerimden-2

Yasemin Keleş

S.Ü. Sağlık Bilimleri Fakültesi

Hemşirelik

Türkiye’m…

“Üç tarafı denizlerle kuşanmış,

Her karış toprağı, şehit kanlarıyla sulanmış!

Tarlasında başakları, altın suyuna bulanmış;

Şehitler, yiğitler, gaziler diyarı Türkiye’m!

Dalgalanır, bayrağım mavi göklerde,

Güzelliklerle dolu orman havası!

Akar berrak suları gürül gürül,

Şehitler, yiğitler, gaziler diyarı Türkiye’m!”

Kuzey yarımkürede, Boğazlarıyla kıtaları birbirine bağlayan ve farkında olmadığımız bin bir güzelliğe sahip Türkiye’m.

Dört mevsimi, yemyeşil ovaları ve yüce dağları, çağlayan akarsuları, sıcak denizleri, eşsiz kıyıları, kültürleri, birbirine kaynaşmış sevecen insanları olan bir ülke.

Öyle bir ülke ki; Karadeniz’e, Ege’ye, Akdeniz’e, Balkanlara, Kafkaslara, Orta Doğu’ya hâkim. Kara, hava, deniz ve demir yollarının kesişme noktası.

Öyle bir ülke ki; dünyanın en büyük petrol yataklarının bulunduğu Orta Doğu’nun, zengin yer altı kaynaklarına sahip Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin komşusu ve sigortası.

Öyle bir ülke ki; yetmiş beş milyonluk nüfusuyla, Türk dünyasına ve İslâm âlemine liderlik yapabilecek potansiyel bir güç.

Öyle bir ülke ki; tarih boyunca “Ele geçirilip, elde bulundurulması gereken hedef “ olma niteliğini korumuş.

Dünyanın hiçbir ülkesi, Türkiye kadar büyük ve zengin bir tarih mirasına sahip değildir. Tarih ve tabiat zenginliği ile eşsiz bir hazinedir.

Bir bölgeden öteki bölgeye değişen görünüş ve iklim ayrılıkları ile ılıman iklim kuşağının verimli ülkesi olan dört mevsimin yaşandığı yurdumuz; hiç eksik olmayan güneşiyle, deniziyle, havasıyla tam bir turist cennetidir.

Doğu-Batı arasında bir köprü olan ve insan yutan o koca şehr-i İstanbul; Atatürk’ün şapka inkılâbına uyup şapkasını giyinmiş öylece duran peribacaları; pamuk taşlarından oluşmuş basamaklarıyla Pamukkale’si; adını bile duymadığımız çeşit çeşit kuşlarıyla Kuş Cenneti, dertlere deva kaplıca ve içmeleriyle o meşhur Antalya şelâleleri…

Buram buram kokan tabiat mucizeleriyle, dağı taşı altından değerli olan Türkiye’m.

Yalçın kayalıklarla örtülü çıplak tepeler; boş yamaçları bulunca gövdesi büsbütün irileşmiş, dalları budakları uzamış, kendisini kırların pınarların beyi sanan ağaçlar; çay kenarlarına döşenmiş söğütler; sırtlara kurulmuş süslü, etrafa, hoş, serin bir hava veren çam ağaçları; tilkilerin, sansarların, sincapların, kuşların, böceklerin sığınağı olmuş ormanlar; insanda “İyi ki, bu ülkede doğmuşum.” hissi uyandıran sebeplerden bazılarıdır.

Başlarını göğe kaldırmış, geçilmez bir set gibi simsiyah, kimi zaman bulutlu, kimi zaman insanın içini ürperten, yaklaştıkça üzerine geliyormuş gibi görünen, kıyılara dik ve paralel uzanan yüce dağlar, bir Mehmetçik edasıyla Türkiye’ye bekçilik ediyor.

O eşsiz engin denizlerin, kıyı kenarlarına kurulmuş plâjları; din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin cıvıl cıvıl, renk renk insanları üzerinde barındırmakta; bu eşsiz güzelliklerden yararlanma zevkini onlara tattırmaktadır.

Geniş yer kaplayan ovaları, plâtoları, akarsuları, deltaları, gelişmiş sanayisi ile bir ekoldür Türkiye’m.

En eski uygarlıkların anılarını içinde saklayan, birçok medeniyete beşiklik etmiş; Truva, Bergama, Efes, Çatalhöyük. Karain, Hint, Bizans, Selçuklu Osmanlı medeniyetlerinin kalıntıları; kervansaraylar, hanlar, hamamlar, camiler, türbeler, kaleler ve anıtlar yurdumuzun her yerinde bütün canlılığıyla ayaktadır.

Cumhuriyeti kuran, Türkiye’yi bugünkü duruma getiren Ata’mızın bulunduğu Anıtkabir, bence en güzel eserdir.

Tarihçi Hammer: “Tarih, Türklerden çok şey öğrendi, onların elinden çıkma öyle eserler var ki, medeniyet için birer süs teşkil etmektedir. Türklerin yurdu, efendiler diyarıdır; kahramanlar, şehitler ülkesidir.“ diyerek, biz Türklerin; ne kadar şerefli, haysiyetli ve yüce olduğumuzu belirtmiştir.

Bizler, her karışı şehit kanıyla sulamış bir vatanın evlâtlarıyız. “Kim olursan ol, yine gel.“ diyen Mevlâna kadar hoşgörülü ve “Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda!“ diyen Mehmet Akif Ersoy kadar vatansever ve çalışkanız.

Biz, en değerli mirasını bize emanet eden Atatürk’e lâyık bir nesil olmalıyız. Biz “ Önce ülkem, sonra ben. “ diyen bir nesil olmalıyız.

Çünkü biz... Atatürk’ün umutlarıyız!

 

Münire Yıldırım

S.Ü. Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu

Ayakkabı Üretimi ve Tasarımı

Ah Şu Çılgın Türkler…

Hey Allah’ım; kırk yıllık hanım ağaya “first lady”, sevimliye “sempatik”, sevimsize “antipatik”, tanıtıma “demo”, sunucuya “spiker”, korumaya “bodyguard” deyince kendilerini “busines class” ya da “vip” sananlardan “kal” geldi, “bay” geldi. Aslında Türkçenin kendini ifade etme zorluğu falan yok. İnsanlar, iki düşünüp bir konuşsalar; dertlerini ve meramlarını anlatabilecek bir kelime mutlaka bulacaklardır.

Mesaj dili diye bir şey icat etmişler, kelimeleri ve cümleleri öyle kısaltmışlar ki; aklınız, hayaliniz durur. “MSİG” nasıl okunur acaba? “em, es, i, ci” mi yoksa “me, se, i, g” mi; hâlbuki bunun anlamı “Maşallah sizi iyi gördüm.” demekmiş. Yeni mahsul “BSSAT”ya ne dersiniz. Bu da, “Ben seni sonra ararım tamam mı?”ymış. Bir yaşımıza daha girdik. En iyisi kısa keselim de “A.H.” olsun, yani “Aydın havası .”

Peki, kendini böyle “elit” zanneden kesim “mp3”ü nasıl okur, o tam bir komedi. “em pi üç” diyen de var, “em pe üç” diyen de. Yarısı Türkçe, yarısı İngilizce; altı kaval, üstü Şişhane… Tamamını İngilizce okuyana daha rastlamadık.

BBC, HSBC, PC, VCD…

Peki, bunlar nasıl okunur. Umarım, “bi bi si”, “eyç es bi si”, “pi si” ve “vi si di” diye okumadınız. Okudunuz ise, ilk önce sizi facebook’ta “Hay dilinizi eşek arısı sokasıcalar grubuna” üye eder, üstelik de teessüflerimi bildiririm.

İşte böyle koskoca bir yıl “yalnışlarımızı” pardon “yanlış”larımızı düzeltmek için uğraşan Şeker Şakir hocamıza “herkez” adına, pardon “herkes” adına teşekkür ederim.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.