M. Faik Özdengül
Eksik CD
Ruhsal yapımızdan söz etmiştim önceki yazılarımda. Çeşitli teorilere göre nasıl çalıştığından. Her şeyi isteyen ve kural tanımayan bir yanımız vardı. Mantık aramayan, suç ve ceza arasında oran olmayan, gerçekle arası iyi olmayan ve sadece isterim de isterim diyen tarafımız. Nefs diyebileceğimiz adına. Sonra bizi sürekli eleştiren ve bir türlü beğenmeyen bir tarafımız vardı. Sürekli emirler yağdıran, doğru dürüst bir işi beceremeyeceğimiz söyleyen, hep suçluluk duymamızı sağlayan, senden adam olmaz diyen, zararlı bir yaratıksın diyen, hadi yap da görelim diyen, heyecanlanacaksın, yüzün kızaracak, üstesinden gelemeyeceksin diyen.
Bu iki yanımızda farkında olmadığımız tarafımızdaydı. Yani bilinçdışında. Otomatik çalışıyordu. Farkında olmadan suçlanıyor, farkında olmadan isteklerimizin peşine düşüyor, elde edemediklerimizin gerilimini taşıyorduk. Hep bir şeylerin peşinde ve bir türlü tatmin olmayan yanımızla, her adım atışımızda onay bekleyen başkalarının yüzüne bakan ne diyecekler diyen sürekli suçluluk duyan tarafımız eğer bunları dengeleyecek iradeyi ortaya koyan bir üçüncü yanımız olmasa çeşitli ruhsal bozukluklarda olduğu gibi bu iki yanımız masa tenisi oynar ve biz de arada donmuş ve şaşırmış bir halde kalakalırdık.
Adına belki de irade diyebileceğimiz bir üçüncü yanımız vardı. Bu sürekli her şeyi isteyen yanımıza da yaptığımız her şeyde suçluluk duymaya odaklı yanımıza da dur diyebiliyordu şükür. Eğer güçlüyse, dayanıklıysa ve esnekse. Her şeyi isteyen yanımız doğuşla geliyordu. Suçluluk duyan yanımızı ailemiz hediye ediyordu. Sürekli eleştirip, parmak sallayıp tepemizdelerse onların bütün davranış ve sözleri içselleşip tepemizde bulut gibi yerleşiyordu. Bir de dış dünyanın gerçekliği, dış dünyadaki kuralları katarsak iradenin işi hiç kolay değildi. Hem her şeyi isteyen yanı, hem tepemizde parmak sallayıp bizi durduran yanı hem de dış dünyanın kuralları ve gerçekliğini dikkate alıp bunların arasında ince bir yol tutturacak ve sevmeyi ve üretmeyi sağlayacak. Hiç kolay değil.
Bunun için bazı araştırıcılar bütün dikkati ve enerjiyi bu dengeleyici yana vermemiz gerektiğini söylemeye başladılar. Bundan dolayı egostate terapiler oluştu. Egoyu yani dengeleyici yanı mercek altına alan terapi yöntemleri. İçten gelen isteklere, parmak sallayan yere ve dış gerçekliğe dayanabilen, davranış için uygun anı bekleyip sabredebilen insanlar, seven ve üreten insanlar olabilmekteydiler.
Bu terapistler egonun içine girince onun da bir sürü küçük adacıktan oluştuğunu fark ettiler. Aslında içimizde her kafadan bir ses çıkaran bir sürü plak, adacık, CD vb adına ne derseniz diyin bir sürü ayrı ben vardı. Her bir CD farklı melodi çalıyordu ve bunların bir orkestra marifetiyle ahenkli çalmasını sağlamak esastı. Sen sus, sen çal demektense usta bir şefin bunları uzlaştırıp duruma uygun yerlerde duruma uygun enstrümanları devreye sokabilmesi gerekiyordu.
Misafir gelince, evde, yalnızken, evliyken, bekarken,sınavda, otobüste, hastanede, yarışmada, eğlence yerinde ayrı CD’ler olmalıydı. Eksik CD ile yola çıkan bilmediği alanlarda şaşırıp kalıyordu yada yanlış CD devreye girip durumu berbat ediyordu. Hem her duruma göre CD’lerimiz olmalı hem de hangi durumda hangisinin uygun olacağına dair usta bir şef ya da dj gerekiyordu.
Bunlardan mahrum olanların gürültü yapmaktan başka bir işlevi yoktu hem de dünyanın en iyi müziğini yaptığını zannederek ve diğerlerini zevksizlikle suçlayarak. Rahatsızlık verirken diğerlerine bir yandan da anlamamakla suçlayarak. Yeni CD’ler ilave edebilirsek bunlara buna terapi diyorduk işte. Sadece yeni CD yetmiyor elbette bir de bunları nerde ve nasıl kullanmaları gerektiğine dair içgörü. Yani dj’likte ustalaştırmak gerekiyordu.
Şükredilmesi gereken yerde şikayet edenler, susulması gereken yerlerde konuşanlar, konuşması gereken yerde susanlar, kendini ifade etmesi gerektiğinde korkanlar, sınırlarını bilmeyenler vb hep alakasız ve ahenksiz orkestralardı. Zevk sahipleri zaten hemen her yerde çoğunlukla kabul gördükleri için bu fark edilebilir. İletişim hep dışardan nasıl göründüğün denir ya, o yüzden insanların uzak durduğu, rahatsız olduğu, kulağını kapattığı insanlar belki bu yazıdan sonra CD’lerini bir yere kopyalayıp dışardan dinlerler umarım. Beğeniyorlarsa ne ala zaten yapacak bir şey yok. Değilse eksiklerini tamamlasınlar ve iletişimde ustalaşmayı öğrensinler.
Olgunluk kimse için kolay değil.
Hem zevkle dinlemek hem de etrafa zevki ve ahengi yaymak ne muhteşem bir erdem ve nasip. Hele böyle bir ortam.
Esenlik dileklerimle...
www.pozitifdegisim.com