Ümit Savaş Taşkesen
ELVEDA!
“Mutluluk, ağacın tek taşa beş meyve vermesidir.”
Yazmaya ara vermek istiyorum... Şiirsel, kafiyeli, manalı. Aramakla geçecek altı ay. Neyi kimi? Bunu bilmiyorum aslında. İnip çıkan grafikler, göstergeler gibi bir gelgit hali içinde yaşamak zaman zaman bu gibi düşüncelere sevkediyor insanı. Yazmadan geçebilecek altı ay olabilir mi? Olur demek zor. Bir yerlere, kimse görmese, duymasa, okumasa da bir şeyler çiziktirme istencini durdurmak nasıl mümkün olacak? Bunu bilmiyorum. Ama bırakıp gitmek geliyor içimden kendi içime doğru… Ne duruyorsun der gibisiniz.
Dışta, kamusalda, programlarda, şurda ya da burada sürekli görünür olmak bir noktada iç dünyamızda bir zafiyet, zayıflık meydana getiriyor. Kendimizi dinlemeye vakit kalmıyor. Koşuyoruz, sürekli koşuyoruz. Habire, durmadan, yeniden koşuyoruz asla yetişemeyecek olandan kaçmak için mi yoksa asla yetişilemeyecek olanı yakalamak için mi? Güzellikleri kaçırıyoruz. Ayrıntıyı. Duruluğu. Dinginliği. Unutulmuşluğu. Olgunlaşmıyoruz bu yüzden, yani hızdan ve koşuşturmacadan, sadece yıpranıyoruz. Yıpranmanın olgunluktan çok daha farklı bir boyutu var. Tükenmişliğe doğru götürüyor insanı yıpranmak... Olgunluk ise zenginliğe ve üretkenliğe ulaştırıyor. Olgunlaştığımızda daha büyük bir enerji buluyoruz içimizde ve gerekli ve gereksiz olanın ayrımını daha iyi yapıyoruz. Lüzumsuz vakit kayıplarından geride duruyoruz… Zaman ayrılması gereken daha değerli şeylerin ayrımına varıyorsunuz. Yıpranmak ise susuzluğu gidermek için tuzlu su içmek gibidir. Kandırmıyor, doyurmuyor ama yine de yapıyorsunuz ve tükeniyorsunuz yıpranırken. Mümkün mü acaba hiç eposta açmadan, mesincıra bakmadan, gogılda arama yapmadan, haber sitelerine bakmadan yaşayabilmek… gogılsız bir on dakika yaşayabilir miyiz?
Bilmiyorum. Ömrün bir dönüm kuşağında bulunduğumu hissediyorum sadece ve bunu düşünmek istiyorum. Belki o zaman yazmak/yaşamak için yeni gerçekler/gerekçeler bulabilirim. Her şeyi gözden geçirmek istiyorum bunu yapamayacağımı bile bile. Ama deniyorum sonucu hep yenilgi olsa da yine. Eriyip giden bir ömür sermayesi içerisinde geride kalan ne var sorusunun bir cevabı olmalı bir yerlerde. Dönüp onu bulmalı, ona bakmalıyım her nasıl olacaksa bu… her şeyden, bütün görevlerden istifa etmek istiyorum aslında. Hayatın içinde değil kenarında bir seyirci olmak… bak bakalım seyre değer ne var alemde?
Okumak, yazmak ya da düşünmek sezgilerini artırıyor insanın ve siz incelmiş sezgi, düşünce, fikirlerinizle daha fazla yıpranıyorsunuz. O yüzden sanatçılar erken ölüyor, aşırı duygusallar çabuk yıpranıyor, çıldırıyor, kenarda kalıyor, kaybolmak istiyor. Her neyse,
“beni artık kimseler arayıp da sormasın haramiler sofrasında/
Yıktığım saltanatın dibinde inlediğim
aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın.” İsmet Özel
Bu yüzden kalmak istiyorum. Ara vermek ve kendi bugünüme dair olan düşüncelerin ne ölçüde sıhhatli olduğunu ara(l)amak istiyorum. Önümde bir esrar perdesi. Perdenin arkasında ne var? Siz, bir çokları, gördüğünüz şeyin aslında perde üzerinde oynanan bir oyun olduğunu fark etmiyorsunuz, seyrine dalıyorsunuz. Oyun orada ama perde gerisinde bizi bekleyen ne? Cevabı kolay bulunan sorulardan değil bu soru.
Yaşamak üzerine bir deneme bu. Yazmak, yaşam… Yaşamın denemesi mi olurmuş! Kötü bir sanrı işte.
“Yaşamaktan öte bir özür bulamayınca aşka
Bütün cevapları bir bir gözden geçiriyorum.”
Vazgeçme hakkı hep saklı durarak elveda… Yoruldum artık. Kimbilir, haftaya dinlenirim belki yine…