Adem Alemdar
Fas Notları -5-
Arapların Mağrip, Batılıların Morocco, Türklerin ise Fas dedikleri en batıdaki İslam ülkesi…
Fas’ta beş gün
Yazı dizimizin dünkü bölümünde Fas’ın tarihine yer vermiştik. Bir de Gibraltar (Cebelitarık) devletini tanıtmıştık. Bugün Fas’ın en büyük şehri olan Kazablanka ile ilgili bilgiler vereceğim. Seyahatimiz esnasında oda arkadaşım olan Muhammet Özbey ile şehri yayan olarak gezmeye karar verdik. Evvela Medina denilen eski şehre gidip labirent sokaklarda rast gele gezindik. Ardından bir kafeye oturup çay istedik. Fas’ta özellikle belirtmezseniz çay olarak nane çayı getiriyorlar. Bol şekerli sıcak suya yeşil naneleri demliyorlar ve küçük bir çaydanlıkla masanıza bırakıyorlar. Bir çaydanlıktan iki, üç bardak çay çıkıyor. Eğer nane çayı değil de bizim alışık olduğumuz siyah çay istiyorsanız, şekersiz olarak siyah çay istediğinizi söylemeniz gerekiyor. Bu sefer de dünyanın her yerinde olduğu gibi önünüze Lipton çayı geliyor. Her neyse, bir süre çay eşliğinde hem dinlendik hem de etrafı seyrettik…
FAS’TAN KARELER İÇİN TIKLAYIN
Fas’ta trafik kurallarına uyuyor herkes. Motosikletlere kasksız bineni görmedik hiç. Taksiler ise iki çeşit. Üç kişilik mavi renkli küçük otomobillere pipet taksi deniyor ve bu taksiler üç kişiden fazla kişi almıyorlar. Bir de lüks taksiler var, ama bu lüks taksilere binmek kısmet olmadı bize…
Gördüğümüz kadarıyla araç kalitesi Türkiye’yle aynı. Bizdekine benzer markalar var trafikte, ama tabi ki doğal olarak Fransız arabaları çoğunlukta. Binalar, yollar, kafeler, insanların davranışları gibi pek çok şey bir Avrupa şehrinde olduğunuzu hissettiriyor size. Yakınımızda bir yandan çayını yudumlayan bir Faslı’ya takılıyor gözüm; Fransızca gazete okuyor. Fransızca Fas’ın ruhuna işlemiş, hemen herkes ilk fırsatta Fransızca konuşmaya hevesli. Böyle giderse yakın gelecekte Fas’ta Arapça konuşup anlaşmak imkansız hale gelebilir…
Yüksek ve modern binaların arasında gezinmeye devam ediyoruz. Bir süre sonra karşımıza tanıdık bir levha çıkıyor. BİM mağazalarının meğer Fas’ta 27 şubesi varmış. Hemen dalıyoruz içeriye ve satılan mallara şöyle bir göz gezdiriyoruz. Konya’dan, Karaman’dan, Türkiye’nin pek çok şehrinden ürün raflarda alıcısını bekliyor. Bu arada yanımıza gelen mağaza görevlisine bu firmanın sahibinin hemşehrisiyiz diyoruz. O da bize kendince malumat veriyor. Birkaç parça alışveriş yapmayı da ihmal etmiyoruz…
Vakit öğleyi geçtiği için karnımızı doyurmaya karar veriyoruz. Şuraya mı oturalım, buraya mı derken epeyce yol gidiyoruz. En sonunda karşımıza gelen ilk restorana oturmaya karar veriyoruz. Karşımıza oldukça gösterişli ve lüks bir bir pizzacı çıkıyor. Geçip bir masaya oturuyoruz. Garsona Müslüman olduğumuzu söyleyip iyi birer pizza getirmesini tembihliyoruz, ama bir süre sonra karışık karidesli bir pizza konuyor önümüze. Garsonu tekrar çağırıp karidesli getirmeni istemedik, bunu belirtmeliydin diyoruz, ama nafile. Yeniden sipariş veriyoruz, ama bu sefer vejetaryen pizza istiyoruz.
Çıkışta yemediğimiz pizzaların da paralarını alıyorlar bizden ve üstüne kasada oturan eleman bize dönerek ‘Abdullah Öcalan’ deyiveriyor. Kendisine ne demek istediğini soruyoruz, bu sefer de ‘Erdogan, İstanbul, Ankara, Adana’ saymaya başlıyor. Anlaşılan bize muhabbet açılsın diye yalaklık ediyor. Sonra bir taksiye binerek otele dönüyoruz…
Birkaç saat sonra KTO Başkanı Hüseyin Üzülmez ve yönetim kurulundan birkaç kişiyi otelden çıkarken görüyoruz. Nereye gittiklerini sorduğumuzda balık restoranına gittiklerini söylüyorlar. Karnımız tok, ama biz de gelelim diyoruz…
Gittiğimiz yer Kazablanka’nın belki en iyi balık restoranıymış. Biz girdiğimizde boş olan mekan, çıkarken hınca hınç doluydu. Başkan Üzülmez, balığı görmeden sipariş vermek istemiyor. Fakat böyle bir isteğe alışık olmayan garsonlar yavaştan alıyorlar. Göstermezseniz, kalkarız dedikten sonra aşçı elinde alternatif balıklarla masamıza geliyor. Birkaç çeşit balık seçiyoruz ve çok beklemeden yemeklerimiz geliyor. Çok güzel bir seçim yaparak barbun balığı sipariş etmişiz. Harika bir lezzetti doğrusu. Sonra neşeli bir muhabbetle geceyi bitiriyoruz. Belirtmeden geçemeyeceğim, çıkışta 220 dolar tutan hesabı Başkan Üzülmez ödedi. 15 kişiye Türkiye’de balık ikram etse Başkan 220 dolarla kurtulamazdı…
İSRAİL’E TARİHİNİN EN BÜYÜK KIYAĞINI YAPAN:
FAS KRALI II. HASAN
2 Mart 1956’da Fransızların çekilmesinden sonra Sultan IV. Muhammed ülke yönetimiyle ilgili yetkileri ele aldı ve Fas bağımsız bir ülke olarak kayıtlara geçti. IV. Muhammed’in yönetimi 26 Şubat 1961’e kadar sürmüştür. Bu tarihte onun vefat etmesi üzerine yerine oğlu II. Hasan geçti…
II. Hasan hem Batı’yla hem de İsrail işgal devletiyle yakın ilişki içinde olan biriydi. Kendisine yakıştırdığı “emiru’l-mü’minin“ sıfatını değişik şekillerde istismar ediyordu. Örneğin birileri Fas’ta Allah’ın kanunlarının uygulanması için siyasi ve kültürel çalışma başlattığında: “Ben müminlerin emiriyim. Dolayısıyla Allah’ın kanunlarını uygulama yetki ve yükümlülüğü bendedir. Siz kim oluyorsunuz?” diyerek onları tasfiye etmeye çalışıyordu. Bunu diyordu ama: “Madem Allah’ın kanunlarını uygulama yetki ve yükümlülüğü sendedir, öyleyse bu yükümlülüğünü her türlü hileden ve nifaktan uzak bir şekilde yerine getir” diyenleri de hapislerde süründürüyordu. Örneğin Fas’ta hayli etkili olan Adalet ve İhsan Cemaati’nin lideri Abdüsselam Yasin’i “Ya İslâm ya da Tufan” başlıklı bir açık mektup yazdığından dolayı “delirmekle” itham ederek hapse attırmıştı. Oysa mektup krala sadece görevini yani kendisinin “bu benim görevimdir” derken kastettiği şeyi hatırlatıyordu.
II. Hasan, yönetimi altındaki Yahudi azınlığa ve İsrail’e özel bir muhabbet duyarken İslam Konferansı Örgütü’nün Kudüs Komitesi’ne başkanlık ediyordu. Bu ikisi birbirine ters görünüyor, ama bu, II. Hasan’ın sinsi bir ayarının yansımasıydı. Büyük bir ihtimalle İKÖ Kudüs Komitesi başkanlığını, kendisinin ülkesinde Yahudi azınlıkla olan özel ilişkilerini ve Siyonist işgal devleti lehine yürüttüğü birtakım faaliyetlerini gizlemek için üstlenmişti.
İsrail’i insan gücü yönünden en çok besleyen ülke Fas’tır. Çünkü İsrail kurulduktan ve Filistinli Müslümanların toprakları Siyonistler tarafından işgal edildikten sonra bu topraklara en fazla Yahudi göçü Fas’tan oldu.
Çeşitli kaynaklarda Fas’tan Filistin topraklarına 600 binden fazla yahudinin göç ettiği ifade edilmektedir. Bu konunun basite alınmaması gerekir. Çünkü İsrail’in kuruluş amacı zaten dünyanın değişik yörelerine dağılmış olan yani onların deyimleriyle diaspora hayatı yaşayan yahudileri belli bir bölge üzerinde toplamaktı. Hem bu amacın gerçekleşmesi hem de İsrail’in insan potansiyeli yönünden desteklenmesi için Yahudi göçü büyük önem taşıyor.
Yahudi göçü Filistinlilere ise tam tersi bir şekilde etki yapmaktadır. Çünkü göç eden her yeni yahudi için yerleşim birimi inşası, toprak temini, iş imkanı sağlanması ve müreffeh hayat imkanlarının bahşedilmesi gerekiyor. Bu ise Filistinli Müslümanların topraklarının gasp edilmesiyle, iş imkanlarının ve diğer dünyevi imkanlarının ellerinden alınmasıyla oluyor.
Bu açıdan Kral II. Hasan Siyonist işgal devletini sadece insan potansiyeli yönünden desteklemekle kalmamış aynı zamanda dolaylı bir şekilde Filistinlilere zulmetmiştir. İsrail işgalinin meşrulaştırılmasına giden ihanetler zincirinde hâlâ en büyük halka olarak göze çarpan Camp David anlaşmasının asıl mimarı Fas kralı II. Hasan’dır.
Fikir babalığını İsrail’in eski Dışişleri bakanı ve başbakanı Şimon Perez’in yaptığı “Ekonomik Yönden Büyük İsrail” tezinin pratiğe geçirilmesi çabalarına da Arap dünyasından en önce kral II. Hasan yardımcı olmuştur. Onun öncülüğünde Fas’ın Kazablanka şehrinde gerçekleştirilen Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri I. Ekonomik İşbirliği Zirvesi söz konusu tezin hayata geçirilmesi yönünde atılmış bir ilk adım niteliği taşıyordu. Kral II. Hasan’ın 22 Temmuz 1999’da vefat etmesi üzerine yerine oğlu Sidi Muhammed (VI. Muhammed) geçti.