Zeki Oğuz
Fatma Hatun ile SÖZÜN BİTTİĞİ YER
“Yolu Konya’dan Geçen Ulu Hatunlar” kitabını eleştirmemden sonra, Nezahat Bekleyiciler Hanım, Merhaba Gazetesindeki köşesinden uzun bir yanıt vermiş.
Yanıtının hemen başında başlıyor alaysama ve küçümsemeye. Şunu baştan ifade edeyim, hiçbir zaman Türkçe erbabıyım, diye bir iddiam olmadı. Bütün iddiam, anlaşılır olmak. Bunun da suç olduğunu hiç sanmıyorum.
Eleştiri yazımda gericilik, ilericilik olayı hiç yoktu. Hanımefendi öyle algılamış demek ki.
Arapça, Farsça, Osmanlıca’yı devlet dili olarak görüyor. Selçuklu, Osmanlı hanedanları bu dilleri kullanıyorlardı doğru ama halkın konuştuğu dil neydi?
Yunus Emre hangi dilde yazmıştı o güzelim şiirlerini?
Nezahat Hanım yanıtında benim öykücülüğümü küçümsüyor, evde otururken hayal dünyamı zorlayarak öyküler ürettiğimi, kendisininse üç yıl araştırma yaptığını ifade ediyor.
Yazar belki bilmeyebilir, öykü edebiyatın en zor dallarından biridir, hiç gasalma olarak alınmasın ama Türk öykücülüğünde bir Zeki Oğuz adı vardır.
Şunu defalarca belirttim. Ben kelimeleri kullanırken köken aramam. Derdim anlaşılır olmaktır, yaptığım eleştiriler de bu noktadadır.
Yazarımızın kitaplarını Amerikalılar anlamış, kendisini kutlarım. Kitapları bir üniversitenin Ortadoğu Araştırmaları Kütüphanesi’nin Türk Dili Bölümüne girmiş. Gerçekten sevinilecek bir olay. Benim bir öykü kitabım da İsveç Kraliyet Kütüphanesine girdi ama bunu hiçbir zaman bir övünç konusu yapmadım. Elbette sevindim buna ama Türk öykücülüğü adına sevindim.
Kendisiyle ilgili eleştirimin sonunda Fatma Hatun ile ilgili yazısının son bölümünü alıntı yapmış ve okuyucularıma, buradaki yanlışı da siz bulun demiştim. O eleştirime yerli yersiz bir sürü yanıt geldi ama belirttiğim yazıdaki yanlışı kimse görmedi. Yazarın kendisi de görmedi, belki görmek istemedi.
Yazar, Fatma Hatun’un 1585 yılında öldüğünü yazıyor. Aynı cümlenin içinde Fatma Hatun’un babasının Mevlana ile çağdaş olduğunu belirtiyor. Ne uzun yaşamış bu baba.
Kendisinin eğitimci olduğunu ifade eden ve yazılarımı okuma gafletinde bulunduğunu yazan bir okur "Zeki bey o hanımların yazdığı kitaplar, sizin bozkır ve yaylalarda yayılarak yazdığınız kitaplara benzemez” demiş. Öncelikle şunu belirteyim, kendisine eğitimci diyen kişi hala bizim bıraktığımız yerde yayılıyor. Gerçek bir eğitimci olsaydı yayılmak sözcüğünü yazarken kırk kere düşünürdü. Ayrıca bozkır ve yaylalar diye küçümsediği yerlerde yaşayan insanları çok seviyorum. Arı duru Türkçe konuşuyorlar. Şu yazıyı yazarken eğittiğini iddia ettiği çocuklara acıdım. Maalesef bu gibiler sayesinde arı duru Türkçe kalmadı şehirlerde. O beğenmedikleri bozkırda, yaylalarda kaldı. Madem eğitimcisiniz bir caddede yürürken tabelalara bakmanız yeterli, dili ne hale getirdiğinizi görmek için.
Hoşgörüsüzlük başlıklı yazıma tepki gösteren bir dost ise benim Memleket yazarlarına bile iyi davranmadığımı, aynaya bakmamı söylüyor.
Yeri gelince Memleket’te yazan arkadaşları da eleştirdim. Bir dost belki bilmiyor olabilir ama Memleket’te her zaman saygıyla, sevgiyle örülü bir ortam vardır Bu yüzden Memleket’te çalışan olsun, yazanlar olsun kimsenin benden şikâyetçi olduğunu görmedim, duymadım. Bu yüzden aynaya bakmama hiç gerek yok.