yazar-104
Firavunlar ve Köleleri…
Malumunuz Firavunluk; böbürlenme, zulüm, büyüklük taslamak, ezmek, sömürmek kavramlarıyla özdeşleşmiştir. Tabiî ki Firavun varsa, karşılığında bir de ezilen, hakları elinden alınan, karın tokluğuna çalıştırılan kesim; köleler olmalıdır. Köle ve Firavun isim olarak tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş olsa da, içerik olarak hâlâ devam etmektedir. Toplumun ezilen kesimi her zaman bellidir: ekonomik ve sosyal yönden tabanda bulunan çoğunluk, halk. Ezen kesim ise zamana ve şartlara göre değişmektedir: ordu, devlet, sermaye sahipleri, bürokrasi, sendikalar ve odalar vs.
Ben özellikle son dönemde, özel sektörün(sermaye sahipleri), Firavunun tarihi misyonunu üstlenmekte olduklarını düşünüyorum. Azami iş ve asgari ücret mantığı ile hareket eden özel sektör işletmeleri bunun yanı sıra, çalıştırdığı işçinin maaşını zamanında vermeme, eksik verme, sigortasını yatırmama, yıllık iznini kullandırmama, tazminat hakkını ödememe, gibi işçilerin kanunla belirlenmiş haklarına tecavüz etmede çok mahirler. Çoğu zaman devletin adaletine burun kıvıran bu zenginler, işçilerinin sosyal haklarına devletin onda biri kadar önem vermezler. Patron sosyalist, dindar, dinsiz, muhafazakâr, milliyetçi olsun fark etmez, bu anlayış değişmez. Çünkü kapital bütün hücrelerine kadar işlemiştir. Dilleri ile yaptıkları zıttır. (Özel sektörün çok az bulunan ve saydığımız özelliklerde olmayan kısmını tenzih ederim.)
Mutlaka özel sektöründe kendine göre sıkıntıları var. Türkiye’nin bugünkü ekonomik durumunda iş yapabilmek hiç de kolay değil. Kapanan, iflas eden birçok işletme var ve hükümetin bu konuya önem vermesi, ciddi tedbirler alması gerekiyor. Ancak işletme sahibi konforundan hiç ödün vermiyor, 10 yıl önce yanında işe başlayan işçi 10 yıl sonra aynı hatta daha kötü durumdayken, kendisi zenginleşiyor, ha bire büyüyorsa, işçisine evinde beslediği köpek kadar değer vermiyorsa, hakkını istediği zaman kıçına tekmeyi basıyorsa, burada Firavunlaşma başlamış demektir. Kazancın adaletli bir şekilde dağıtılmadığı anlaşılır. İyi zamanında işçisine sahip çıkan patrona, kötü zamanında işçisi destek olur. Gerekirse maaşını eksik alır, geç alır ama sorun etmez. Aksi durumda kimsenin vefa beklemeye hakkı yoktur.
Bu minvalde geçen hafta, Ereğli’deki özel hastane ile yazdığım yazıya hastane sahibi tepki göstermiş. Gazetemizin yazı işlerini arayarak, yalan söylediğimi ve iftira attığımı söyleyerek beni mahkemeye vereceğini belirtmiş. Keşke öyle bir şey yapsa da, bizde elimizdeki belgeleri mahkemeye sunmak imkânı bulabilsek. Gazetemizin internet sitesindeki, köşe yazımı kaldırmasını istemiş. Bu akıllılar(!) Memleket Gazetesi’nin her önüne gelene yazı yazdırdığını sanıyorlar herhalde. Tabi yazı işlerimiz hak ettikleri cevabı vermiş. Bir insan olarak eksiklerim, yanlışlarım çoktur ama beni tanıyanlar iyi bilir; hiçbir kişi ve kurum hakkında kasıtlı olarak yalan söylemem, iftira atmam. O yazı üzerine bana gelen destek, takdir ve teşekkürlerin sayısı, ne kadar haklı olduğumun göstergesidir. Bu insanların çoğu hastanede çalışmış ve hasta olarak tedaviye gitmiş insanlar.
Ben 10 yıla yakın bir özel öğretim kurumunda çalıştım. Çalıştığım kursun müdürü (aynı zamanda sahibi) bu süre zarfında bir kez olsun maaşımı geç vermedi. İşlerin kötü olduğu ve farklı sebeplerle ekonomik olarak çok sıkıntı çektikleri dönemlerde bile değişen hiçbir şey olmadı ve çalışanlar olarak maaşımızı hep gününde aldık. İnsan vicdan sahibi ise ve isterse; zaten ancak geçinebilecek kadar olan işçinin maaşını zamanında verir. Maaşını veremeyeceği işçiyi çalıştırıp hem onun, hem çoluk çocuğunun vebalini almaz.
“Hiç kimseye ayrıcalık yapılmayacağı günün hesabından” sakınmak gerek…