Gazeteci Kübra Kara, Gülen Cemaati içinde yaşadıklarını tek tek anlattı

Gazeteci Kübra Kara, Gülen Cemaati içinde yaşadıklarını tek tek anlattı

Gülen cemaatiyle ilgili şahit olduklarımı sıraladım. 9 yılı özetlemek kolay değil elbet, belli başlı kısımları yazabildim" diyerek Paralel Yapı ile ilgili anılarını kaleme alan Gazeteci Kübra Kara bakın neler yazdı.

İŞTE O YAZI:

İmam hatip lisesine Gülen cemaatinin girmesi zordur derler. Eleman kapmak için İHL harici liselere yönelirler normalde. Ben Sarıyer İmam Hatip Lisesi'nde okudum. Bir gün okuldaydık, ‘abla’nın biri sınıfa girdi. FEM’de bedava etüt var, ona katılmak isterseniz ders çalışırsınız, öğretmenler size yardımcı olur dedi. Tabi benim dersler de çok iyiydi, sürekli takdir de alıyordum. Dersane pahalı olduğu için ücretsiz etütler mantıklı gelmiş ve arkadaş grubumuzla birlikte Beşiktaş’taki FEM dersanesine gitmeye başladık. 

Ancak hocaları bir ya da iki kez gördük, sonra kendi başınıza dersleri tekrar edin demeye başladılar. Bir sonraki adımları da, dersane uzak size, okulun bulunduğu mahallede abla evlerine yönlendirelim dediler. Tabi lisede arkadaşlarla bir arada olmak çok güzeldi, gidip kalıyorduk, hem kendi aramızda ders çalışıyor hem de eğleniyorduk. İlk yıl Levent’te bir evde kaldık, sonraki yıllar ablalar da değişti, ev de. Sarıyer’den bir ev verdiler. Son sınıftaydım ve ben Kültür dersanesine yazıldığım için ablaları o yıl bıraktım. Üniversiteyi kazandığımın açıklanmasının ertesi günü bu sefer onlar beni bırakmadı. Eve yerleştirmek için aradıklarını söylediler. Tabi bilmediğim bir şehirde bana birilerinin yardımcı olmak istemesi mutlu etti. Babamla gittiğimizde bizi otogardan ablalar aldı, babamı ise abiler. Dinlendikten sonra hep birlikte kayıt işlemlerimi yaptırdık. Babam hayatında hiçbir zaman ne Gülen’i ne de cemaatini sevmemiştir. Onların aleyhinde ne zaman konuşsa, ben de ne olursa olsun dini bir cemaat ve evlerine gideceğim diye inatlaşırdım. Kayıt günü babam cemaatin aracı olmasından rahatsızdı ama bana ev ayarladıkları için memnun olmuş, ‘tamam kalabilirsin, ama beynini yıkamalarına izin verme’ demişti. 

Üniversiteye kayıttan sonra cemaatin bir yurduna çağırdılar ve ev kirasının aylık 240 TL olduğunu, yazları da bu kirayı ödemek zorunda olduğumu söylediler. Ama evde 6 kişi kalacaktık ve Afyon’da zaten kaloriferli ev, aidat dahil 450 TL falandı. Bizden gelen para yaklaşık 1500 TL olacaktı. Bu paranın bir kısmının gazete aboneliğine, bir kısmının sızıntı, aksiyon dergisine gittiğini falan söylüyorlardı. Onun haricinde su, elektrik faturası ya da mutfak masrafı da yine bu paradan yapılacaktı. Kabul ettim, imzaları attık ve çıktık.

Üniversite başladı. İlk olarak buluşup bir evde toplandık. Sonra bölümlere göre evleri belirlediler. Tıpçıların hepsi aynı evde kalırdı ama onun haricindeki diğer bölümler, evlere karışık olarak yerleştirilir.

Ev yerleşme dönemim o yıl Ramazan ayına denk gelmişti, ablamla gitmiştik. Zaten hemen birkaç tane (evli cemaatçi ablalara mütevelli derlerdi) mütevelli ablalara iftara çağırdılar. Gittik ve çok güzel yemekler oluyordu ve herkes öğrenci. Bu mütevelli ablaların bir kısmı ev annesi olur. Yani evli ablalar, bir öğrenci evinin sorumluluğunu alır, ara sıra yemeğe davet ederdi. Neşeli bir ortam oluyor ve o yapıya bağlanmaya başlıyorsunuz. Lisedeki yıllarımda abla evi sadece benim için ders çalışma ortamıydı. Babam da karşı olduğu için içlerine çok girmiyordum. Ama artık üniversitedeydim, babam da yanımda olmadığı için cemaate girmemi kimse engellemiyordu ve sempati beslemeye başlamıştım.

Afyon’un en merkezi yerlerinden bir tanesindeydi benim evim. Kafelerin bulunduğu en işlek caddenin ortasındaydı. Bizim odada tarihçi arkadaşımla ben, diğer odada abla ile birlikte ekstra iki kişi daha bir de diğer odada il imamı abla kalıyordu. Bu arada, cemaatçi imamlarla ilgili çıkan haberlerde, hep erkeklere aşinayız. Cemaat yapısında sadece erkek imamlar yok, kadın imamlar da vardı. Bu imamlar namaz kıldırmaz, para toplar. Yani cemaatin paracıları eşittir imam.

İlk haftalar yavaştan kitap okumalara başlamıştık. Önce Risale okuyorduk ilk başlarda, sonra Fethullah Gülen’in kitaplarını. Yaklaşık bir saatlik okuma yapardık. Çoğu kişinin olduğu gibi Gülen’in kitaplarından hiçbir şey anlamıyordum. Ablaya başka kitap okumak istediğimi söyledim. Bana yapılan baskıdan nefret ederim ve ters teper. Bu baskı sinirletiyordu beni. Abla, başka kitapta tabiî ki okuyabileceğimi ama bu saatte Gülen’in kitabını okumak zorunda olduğumu söylerdi. Genellikle 6 gibi herkes evde olurdu ve bu programa akşam namazından sonra başlardık. Kitap okumadan sonra Gülen’in kasetlerini dinlerdik. Çoğu evde CD çalar vardı ama bizde teyip vardı o yüzden eski kasetlerden dinlerdik. Abla not almamızı ister sonra aklımızda kalanları sorardı. Bu arada eve ilk geldiğimizde dayalı döşeliydi. Bütün cemaat evleri böyledir, öğrenci olarak siz sadece kendinize portatif dolap ve yastık yüzü falan alırsınız sadece.

Evlerde internet kullanımı da yasaktı. Zaten 3G’ler falan yeni çıkıyordu o dönem. İnternet kafeye giderdik işimiz olursa. Her gün 5 tane Zaman gazetesi gelirdi. Yemeği de bir önceki günün gazetesinin üstünde yerdik. Cuma günleri Gülen’in sayfası olurdu gazetede olurdu, kürsü idi yanlış hatırlamıyorsam. Bunu okur ayrıca mütalaa ederdik. İstişare gruplarımız başlamıştı artık. Perşembe günler, Gülen’in CD’si gelir bunda da sohbet olurdu. Aynı sohbetin herkul.org’da da yayınlanacağını, ancak bunun kaçak gibi gözükmemesi için izledikten sonra kırılması gerektiğni söylerlerdi. (Bu CD'leri ablanın bölgeden getirdiği laptoptan izlerdik) Zaten antiasker düşüncelerle yetiştirildiğimiz için, her an bir asker gelir de baskın yaparsa (sanki dağdayız) bu delillerin ortada olmaması gerekir derlerdi. istişare toplantılarında CD izledikten sonra Gülen tarafından geldiği söylenen gündemi okurlardı. Bunda haftalık ne yapılması gerekiyor falan onlar yazardı. Hani atıyorum Ramazan ise, Ramazan da burs toplanacak, herkesin hedefi şu kadar diye. Ya da bir kişi 2 kez abone olmalı gündemi gelirdi. Neden diye sorardık ilk başlarda, o zamanlar Zaman’ın tirajının hedefinin 1 milyon olduğunu söylerlerdi. Hatta karşı çıkardık bazı arkadaşlarla, para yok diye. Ama önce ailemizin evine ücretsiz gazete gönderip yine sempati kazanmaya çalışırlardı.

Aradan zaman geçtikçe, soru sormamaya başlıyorsun. Çünkü her şey cemaat için, ağabeylerimiz ablalarımız ne söylüyorsa cemaatin yararınadır kesin, felsefesini sana aşılıyorlar. Ben evdeki kendimi yakın hissettiğim bir arkadaşımla bu durumları konuşurduk. Fikirlerimiz aynı olduğu için onunla konuşmak iyi geliyordu. zaten bir süre sonra tekrar dışarıdaki arkadaşlarınızdan kopmaya başlıyorsunuz. Aylık toplantılar oluyor, cemaatin bölge evinde kalanların hepsi bir araya gelirdi. Buradaki maksat herkes birbirini tanısın ve birbirinden haberdar olsun. Hem içlerinden kim yanlış yapıyorsa bize söylesinler mantığı vardı.

Evde bazı konuları kendi aramızda konuşup tartışıyorduk. Neyse aradan zaman geçti ve ben o yakın hissettiğim arkadaşımın ablaya tüm her şeyi ispiyonladığını öğrendim. Abla ona özellikle söylemiş, dinlediklerini bana anlatacaksın diye. Bunu çok farklı bir mesele üzerine öğrendik. Bir arkadaş başka evde kaldı, ailesi merak edip geldi falan. Tevafuken öğrendik onun her şeyi anlattığını. Evde büyük bir kavga çıktı. Abla zar zor yatıştırdı, sonra kul hakkı falan filan. Ben evden ayrılmak istedim, büyük ablayı çağırdılar ve beni yine ikna etti.
Bu sırada istişareler devam ediyordu. Gündeme sadece Gülen’den değil, bölge il ya da büyük abladan ve abiden de gündem gelirdi. Mesela bir keresinde ablalardan biri, merkezdeki bir kafeye öğrencileriyle gitmiş. Yanlışlıkla masanın camını kırmış. Sonra kafe görevlisi de bunu ödemek zorundasınız demişti. O kafeye kimse gitmeyecek diye gündem gelmişti. Merkezde cemaatin 240 evi olduğunu söylüyordu ablalar. Ve bu da  o kafe için iyi bir kayıp demekti. Bölge bölge olurdu evler. Mesela merkezdi 6 ev bir bölge olurdu. Diğer 6 ev ise başka bir bölgenin. Ev ablaları olduğu gibi bölge ablası da vardı, bu 6 evden sorumlu olan. Merkezdeki 40 evin ayrı bir ablası var. Maddi kısma bakana ise bölge imamı denirdi. Paraları bu abla toplar, gazete parası, yazın gelecek olan paralar, burs parası, öğrencilerin ailelerinden gelen kurban paraları da bu ablada birikirdi. Bizim evde Afyon il imamı kalıyordu ancak sohbet ve istişarelerimize katılmazdı. İmamlar, diğer imam ya da üniversite mesulleriyle ayrı istişareler, toplantılar yapardı. İmamlar, bölge ablaları ya da üniversite mesulleri genellikle üniden mezun olanlardan seçilirdi.

Evdeyken size öğrenci zimmetlenirdi.. mesela bana, 5. Sınıfa giden 5 öğrenci falan verilmişti. Bunlar haftanın bir günü gelir, ders çalışır, yemek yer, çay saati yapar evlerine giderdi. Yani benim lisede gittiğim gibi. O dönemde öğrencilere sohbeti aşılarsın ama istişareden kesinlikle bahsetmezsin ya da paranın nasıl döndüğünü. Sadece burası dini bir ev ve ders çalışılıyor imajı verilir. Evde kalan diğer arkadaşların da farklı öğrencileri olurdu, liseli falan. Onlar da farklı günlerde gelirlerdi.

Bir gün yine gündem geldi ve sınıf arkadaşlarımızı evlere davet edip maklube yedirmemiz istendi. Eve gelmeyen sınıf arkadaşımız kalmayacaktı. Hepsi bi şekilde getirilecekti. Benim bölümümde, cemaatten olan sadece ben ve bir tane daha bayan arkadaş vardı. (o sonradan cemaatten çıkmıştı) onları getirmenin zor olduğunu söylemiştim. İlgi alanlarını sormuşlardı arkadaşlarımın. Sonra onları film izlemeye, yemek yemeye çağır. Zaten öğrenciler mutfağı ev yemeğini özler dayanamaz gelirler demişti. Ben böyle birkaç kere davet ettim. Yakın arkadaşlarım daha sık geliyordu. ama onları sohbet ortamına sokmuyordum yine de. Ders çalışıyorduk, grupça işte reklam filmi hazırlama, senaryo yazma, haber yazma, tv programı yapma vs. 

Diğer istişarelerde bu arkadaşlarımızın fişlenmesini istiyorlardı. Yani mesela bana S. Diye yakın arkadaşım gelirdi, bu namaz kılıyor mu? Ailesi dindar mı? cemaate yakın mı? yakınsa eğer ‘dost’ diye isim takılırdı bunlara. Sonra iletişim bilgileri alınır bunları. Ama kızın cemaat evinde kalmadığını ve aramamalarını söylemiştim. Onlar da, aramayacaklarını ama mezun olduğunda, o kızın bulunduğu il ya da çalıştığı kuruma işleri düştüğünde, kendilerine yakın olduğunu bilmelerini istediklerini söylerlerdi. Bir dosya hazırlanır, evdeki herkes, böyle arkadaşlarını fişlerdi.

İlk yıl bittiğinde eve döndüm yazın ve yakın arkadaşım Münire ile bir eve çıkmak istedik. Evi ayarladık ama ablalar taş koydu. Radyoda çalışmaya başladım buna başta engel oldular ama öğrenmek için gideceğim ailem karışmıyor size ne falan diye ergen triplerine girince karşı koyamadılar. Zaten çalışanları ya evden çıkarırlar ya da çalışan evi diye cemaatin başka bir evi var oraya yönlendirirlerdi. Ama bizim bölümden sadece cemaatçi ben kaldığım için çıkmamı istemiyorlardı. 

Ertesi yıl kira paraları da 250 TL olmuştu. Evimde matematik bölümü, edebiyat ve mühendislik okuyanlar vardı. O yıl eve çok öğrenci gelmedi. Bizim evde de Bölge üniversite mesulü kalıyordu. Buna kısaca BÜM denirdi. Eve getirilen ve ders çalıştırılan ortaokul öğrencilerin sorumlu ablaya da BOM yani Bölge ortaokul sorumlusu denirdi. Belletmen ve BTM de vardı. BOM’lar bölge bölge BTM’ye yani Bölge talebe mesulüne bağlıydı. İstişare harici bir de BOM ve BTM toplantıları olurdu. Mesela sen evde kalıyorsun ve 5 tane ortaokul öğrencin var, bunlarla ilgili gelişmeler, burs parası, aile ziyaret yapıldı mı gibi gündemler de BOM’ların toplantısına ele alınırdı. Lise öğrencilerine bakan üni öğrencilerinden sorumlu ablalara da BLM yani Bölge Lise Mesulu denir. 

İstişarelerde telefonlar kapanır, hatta bir ara yeni bir gündem gelmiş ve bataryaların da çıkartılması istenmişti. İstişare odasının dışarısında bırakılırdı bu telefonlar. Bazen bölgeden büyük abiler gelir, cemaatin yurtlarında toplantılar olurdu. Ama bu tüm cemaatçi ve ‘dost’lara açıktı.

İl dışına geziler olurdu yine cemaat arasında. Yani siz hep bağlanırsınız çünkü artık sosyal çevreniz de full cemaatçidir. Cemaatin tüm kodları beyninize evde kaldığınız sürece daha sık işlenir ve kabullenirsiniz. Mütevelli ablalar kendi arasında yaparlar toplantılarını, üniversiteliler kendi arasında. İl ya da bölge abileri vardı. Bu abilerin eşleri de mütevelli ablalardı. Onlar da bizim okuduğumuz şehre gelince özel ziyaret edilir, onlardan da gündem gelirdi. Yani büyük il ya da bölge imam ve sorumluları genellikle erkek olur, eşleri de mütevelli abla olurdu.
Benim dönemimde hiç siyasi konu konuşulmazdı. Ama bazı taktikler vardı, beyne ilmek ilmek işlenen bazı örneklerden vereyim;

Üniversitenin Ahmet Necdet Sezer kampüsünde kafe vardı. Bu kafeteryada Zaman gazetesi satılmazdı. Bir gün gündem geldi ve kafeye gidip ‘zaman gazetesi var mı’ diye ara sıra sormamız istendi. Böylece talebin çok olduğunu fark eden kafe de, Zaman getirip satmak zorunda kalacakmış.

Evler hep aboneydi Zaman gazetesine. 5-6 tane her sabah gelirdi. Ancak bir gün gündem geldi, bayiden alma oranı da yüksek olunması gerektiği için bayilerden de gidip almamız istendi.
Sızıntı dergisini telefonda konuşmamız yasaklanmıştı. Onun yerine ‘sıkıntı’ demimiz istenmişti. Dikkat çekmemek için mesaj atarken ya da telefonda konuşup öğrencileri sohbete çağırırken ‘sohbet var’ demek yerine ‘parti var, pijama partisi, doğum günü’ gibi ifadeler kullanmamız isteniyordu. Zaten aynı gündem Türkiye’nin dört bir yanındaki cemaat evlerine geldiği için, senin attığın mesajdaki kodu herkes anlıyordu.

Ertesi yıllar ben yeniden cemaatten çıkmak istedim ama yine olmadı:) hatta o sıralar mavi Marmara krizi yaşanmış, ailem de Fethullah Gülen’in tepkisine sinirlenmişti. Ama cemaatçiler bir şekilde durumu idare ediyor, kandırıyorlardı.

KPSS olacağı yıl, ev ablası bizi toplamış, polis olmak isteyen var mı diye sormuştu. Ben 2. Sınıftayken bir arkadaşım olmak istediğini söylemişti, onunla ayrıca konuşmuşlardı. Bu arkadaşım başörtülüydü, sonra ne oldu, KPSS’ye girdi mi bilmiyorum.

Başka bir gündem daha geldiğinde adliyelerde katip olmak isteyen var mı diye sormuşlardı. Bazı evlerden olmak isteyen varmış, hatta onlara F klavye çalışın, o alandan az giren var derlerdi. neden katiplere bu kadar önem verdiklerini sormuştum, abla da bana, bizden birinin adliyede işi varsa, katip dosyanın yerini değiştirebilir, bizim hakimlere denk gelecek şekilde ayarlama yapabilirdi. Hocaefendimizi ilgilendiren bir dosya vardı keresinde dosyası böyle değişmiş, başka tarihe atılmıştı’ demişti.

Yine bir gün kendi aramızda ablalarla konuşuyorduk. Hapishanelere de bunlar zaman gazetesi gönderiyordu. Mahkum sayısından çok gazete var diye hapishanede şikayet olmuştu, sonra o bedava gazeteleri farklı adreslere yönlendirmek için adres arayışına girmiştik. 

Velhasılı cemaatten kopamadım. Ancak son sene yaz okuluna kalmıştım ve kendi arkadaş grubumla başka bir yerde eve çıkmıştık. O zaman çok sorgulamamıştım, çıktığıma dua ediyordum. Yaz okuluna kaldığımı onlara söylemediğim için, onlar beni İstanbul’da ailemin yanında sanıyorlardı.(Yazımın bir kısmında cemaat evinde Risale okuduğumuzdan bahsettim. Kütüphanemde hala risaleler var. Zaten Nur cemaatinin onlardan olmadığını ve karşı olduklarını biliyorsunuz)

Bu arada ilk stajımı STV’de yaptım. Üniversitenin ilk yılı olduğu için orada istişare grubunda değildim. Sonraki süreç bilindiği üzere Cihan Haber Ajansı oldu. 3 yıl çalıştım. Zaman ile yan yana binalarımız. Habere gittiğim arkadaşlarım zaman gazetesinden. Bendeki asıl kopuş, medya ayağındayken olmuştu. Evlerde sorun çıksa ya da kafanda soru işareti oluşsa tamam namaz kılıyoruz dini yer şu bu falan diye uyuşturuyorlardı bir nevi. Ama medya ayağında artık sen bir bireysin ve şahit olduğun şeyleri sorgulamaya başlıyorsun.
İlk başladığım dönem şehir dışına bir gezi oldu. Zaman gazetesine dışarıdan gelen ancak bizlere sohbet yapan abla okul nasıldı falan diye bana sorular sordu ve cemaatte kaldığımı öğrendi. Üniversite döneminde cemaatte kalan ya da cemaati çok iyi bilen kişiler istişare grubuna dahil edilir. Benim evde kaldığım belli olunca istişare grubuna dahil ettiler.
Salı günleri zaman gazetesinin 2. Katında muhasebe biriminin arka kısmına odalar vardı. Çoğu oda olduğu gibi kartla açılır bu kapılar. İstişarede yaklaşık 6 kişiydik. Bütün binadan, bayanlar olarak grupta 6 kişiydik. Her hafta, yine üniversite dönemimde olduğu gibi gündem gelir, istişare yapılırdı. Ama farklılıklar vardı. Mesela bu sefer istişarelerde daha çok para konusu açılır, kimden ne kadar alınacak diye dertlenilirdi. Onun haricinde Türkçe olimpiyatları, sohbet vs de konuşulurdu.  Her hafta ayrı bir konu olurdu. Mesela bir hafta fitre paraları istenir, diğer hafta zekat, ramazan gelince ramazan parası, kurban yaklaşır sonra kurban parası.

Bir keresinde, Kurban parasını, içeride bir çalışandan başka bir abla istemiş. Zaten istişaredeki herkese insanlar zimmetlenir, ne istenecekse ya da gezi olunca falan bu kişilere o teklifleri zimmetli oldukları kişiler iletir.Yani zimmetli olduğu kişiden istemiş. O da kurbanın kesinlikle doğuya gönderilmemesi kaydıyla vermiş parayı. ‘bana böyle dedi ve hak meselesini ortaya sundu, nasıl yapalım’ dedi. İstişareden sorumlu zamandaki abla da, zaten tüm il ve ülkeden gelen paranın bir havuzda toplandığını oradan farklı ülkelere aktarıldığını belirtti. Yani parayı tamam deyip alması gerektiğini söyledi.

Ya da bir gündem geldi, cemaat yurdu vardı Zaman’a yakın bir yerde. Oradaki öğrencilere twigy terlik alınacakmış, kişi başı iki tane. Böyle saçma sapan gündemler de geliyordu.
Bu arada bayan istişareleri ayrı, erkek istişareleri ayrı olurdu. Ünideki gibi yine Gülen’in sohbetiyle başlardık ama bu sefer CD’den değil, herkul.org’dan dinletilirdi. Ayrıca herkes burs vermekle mükellefti. Bunu normalde Ramazan ayı sıralarında yaparlar ve öncesinde bir toplantı olur. Siz zaten o sırada izlettikleri yurtdışındaki öğrenciler, Türk okulları falan görüntüleriyle aşka gelirsiniz. Demir sıcakken dövülür diyerek, o toplantıdan çıkmadan aylık hedef belirlemeni, her ay düzenli olarak onu ödemeni isterler. Benim zamanımda, (küsuratı hatırlamıyorum) ilk yıl yaklaşık bir burs 2 bin TL’ye tekabül ediyordu. Bunu 12’ye bölüp her ay ablaya teslim ediyorsun.

İstişareleri diğer çalışanlar kesinlikle bilmez. Bazen yakalanılıyordu ama kıvırıyorduk. Mesela bir ablayı muhasebe katına girdiğini görmüştü başka bir arkadaş. Sonra konuyu değiştirmek için onu kurumun içindeki Güllüoğluna indirip kahvaltı yapmışlardı. Biz de bekliyoruz abla yok, sonradan anlatmıştı.

Velhasılı, ben soğuktum ama yine de Zamanın bir elemanı gibi görünmek hoşuma gidiyordu, ne de olsa zulme uğrayan, halktan yana, dünyadaki yetimlerinin yanında diye bilerek vs vs. duygusal yönden kopamıyordum.

İlk ciddi manada sorgulamalarım, 17 Aralık öncesinden kızlı erkekli ev muhabbeti tartışmalarıyla başladı. Gün geçtikçe cemaatten midem bulanmaya başladı. Şahit olduğum her şeyi yazamıyorum çok uzun bir konu oldu zaten.

Ben onun öncesinde Başbakan takipçiydim. Yani muhabir olarak Erdoğan nereye biz oraya, haber için. Ama bendeki bu değişikliği fark ettiler. Hatta Erdoğan ‘inlerine gireceğiz’ dediği cümleyi twit atmıştım sonrasında yaşadığım sıkıntıyı unutama hala. Beni birkaç kere çekip, ablalar, o da yetmedi abiler ikna etmeye çalıştı. Zaten olmayınca beni başbakan takipten alıp, Mustafa Sarıgül takibe verdiler. Ailem çık artık diyordu, zaten manevi bağı koparmıştım. Hele ki Fethullah beddua ettiğinde tamamen midem bulanmıştı.

Daha çok şey var ama özet geçeyim. 30 Mart yerel seçimlerinde onların yüzünü görmek istemedim. Hükümet yıkılmaya çalışılıyordu. Zaten ümmetin sulhu selameti için hükümetin düşmesi gerekiyor demişti bazı ablalar. İkna etmek için ne güzel cümle ama!İstifamı yazdım. Karar vermek şu açıdan uzun sürmüştü, liseden beri etrafım cemaatçiyle doluydu. Sosyal hayatım, anılarım, arkadaşlarım, fotoğraflarım, sohbetim her şey cemaatti. Ama yaptıkları yenilir yutulur cinsten değildi. Mesele vatanımdı. İnsan kaynakları beni çağırdığında ne eski şefim ne çalışma arkadaşlarımla ilgili olumsuz hiçbir şey söylemedim. Şefim çok çok iyi birisi olduğu kadar zor birisiydi ama mükemmel çalışkandı. Ayrılan çoğu arkadaş, onun çalışanları zorladığını söylerdi İK’ya. ben çok olumlu konuşunca İK da şaşırdı tabi. Zaman’ın kapısını son kez kapattım. Metrobüse bindim ve işsizim şu an acaba ne olacak diyordum. Ama daha da önemlisi seçimlerdi, cemaatin başarı elde etmemesi lazımdı. Çok şükür seçimleri de atlatmıştık.

Bu arada cemaatten olmayan arkadaşlar olarak birer birer istifa ettik canım arkadaşlarım.. Sonrası malum, işte ilk başta hain ilan edildik falan filan. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın gözaltına alınmasıyla birlikte mağdur edebiyatına başladılar. Zaten gelinen son süreç de ortada. Kendilerini ha bire çok mağdur ve masum gösterme çabası. Buna sinirleniyorum. Ve maalesef, Anadolu’da bu insanlara inanan bir sürü insan hala kopamamış durumda. Rabbim gerçeği göstersin.

Çok çok uzun oldu biliyorum ve özetin özetinin özeti mahiyetinde. 

(Yeni Akit)