Mustafa Yiğit
Gönlümüzü Sızlatan Han Duvarları
Ulaşımın günümüzdeki kadar hızlı, güvenli ve konforlu olmadığı dönemlerde, bir şehirden başka bir şehre yapılan ticaret oldukça sıkıntılıydı.
Hayvan gücünden faydalanılarak yapılan bu ticari yolculuk bazen aylarca sürer, güzergah boyunca kervanların gereksiniminin karşılanması büyük sorun oluştururdu.
Her günkü seyahatin akşamında insanlar yalnızca kendilerini değil hayvanlarını da dinlendirmek, yemleyip sulamak ve ertesi günkü yola hazırlamak zorundaydı.
Çünkü bir kervan yaz ya da kış hava koşulları nasıl olursa olsun ertesi gün mutlaka yoluna devam etmeliydi.
Yolculuğun doğal nedenlerden dolayı zor olmasının yanında, kervanın yağmalara karşı güvenliğinin sağlanması da başlı başına ayrı bir konuydu.
Türk mimarisinde han ve kervansaray olarak adlandırılan konaklama yapıları, bu zorlukların bir sonucuydu.
Kervansaraylar en basit tanımıyla kervanların konaklaması için ticari güzergahlar üzerine inşa edilen yapılardı. Hanlar ise küçük kervansaraylara verilen addı.
Bu yapılar sayesine kıtalar arası coğrafi bir konumda bulunan Anadolu’daki ticari faaliyetlerin aksaması, yol güvenliği, farklı cins malların değişik bölgelere nakledilmesi sorunu çözülmüş oluyordu.
Sanırım yedi sekiz yaşlarındaydım. Babamla birlikte Akşehir eski Buğday Pazarının olduğu yerde Osmanlı döneminden kalma bir hana götürmüştü.
Han, bildiğimiz Cüneyt Arkın’ın Battal Gazi filmlerinde yer alan hanların aynısıydı. Tabii ki hancının güzel kızı yoktu, ancak tıpkı o filmlerdeki gibi atlar ağaç direklere bağlıanıyor, içeride küçük küçük odalarda insanlar kalıyordu.
Sadece Buğday pazarının orada han yokmuş, daha sonra Akşehir’de tanıdığım ilk sahaf olan Mehmet Güleray’ın İstasyon gazetesindeki yazısından yaptığı alıntıda öğrendiğim kadarıyla tam 17 Han varmış.
Bu hanlar Çamurluoğlu Hanı ( Lütfi Ökesli’nin sahibi bulunduğu han), Aydınlının Han (Eski Tamirci Hasan Hüseyin in tamirhanesinin biraz ilerisindeki han), Hacı Aptırof’ un han (Eski parlak palasının arkasındaki han), Çukur Han (Eski Akşehir bankasının bulunduğu yerdeki han), Keçeciler Hanı (Eski Bizim Sinemanın girişindeki han), Deveciler Hanı (Üstü açık yapılmış olan bu han eski Buğday Pazarının olduğu yerdeydi), Mercanların Han (Yapı kredi bankası arkasındaydı), İncelerin Han (İnceler Çar şısının olduğu yer, Akif’in Hanı (İnceler Hanın devamı), Çolak Tevfiğin Han(İnceler Çarşısının karşısı), Abdullah Onbaşının Hanı(Çolak Tevfiğin hanının altında), Tiftik hanı(Afyonlu Ali Efendinin hanı), Hacı Eserlerin Hanı(Yamaç otelinin olduğu yer), Hacı Bekir in han(Camilerin Bekir Çavuşun Hanı Nasrettin caddesinde), Kahveci Mustafa’nın Hanı(Nasrettin Caddesinde ), Cumbullar’ın Nalbant Ömer’in Han(Nasrettin caddesinde), Tavukçu Hüseyin in Hanı, İtfaiye karşısında yer almaktaydı.
Bu hanların hepsinin ayrı bir hikâyesi ayrı bir mimarisi vardı. Kendine özgü karakteristik yapısıyla şehrin hayatında da önemli bir yere sahipti.
Oradaki yaşanmışlıkları Faruk Nafiz Çamlıbel “Han Duvarları” şiirinde ne güzel anlatır değil mi;
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
Şimdiki otellerin ecdadı olan gönlümüzü sızlatan bu hanlar artık günümüzde birer müze şeklinde birkaç yerde ayakta kalabilmiş görünmekte…
En azından büyük otel sahipleri ecdatlarının bu orijinal kendine özgü yapılarına sahip çıksa, yeniden hayata geçirse ne güzel olur değil mi?
Kültür ve tarihe sahip çıkmanın sadece ve sadece hamasetle olmadığını göstermek için bu büyük bir fırsat değil mi?