yazar-64
Gündemdeki tartışma ve itidal
Lügat manası itibariyle, 1-“Aşırı olmama durumu, ılımlılık, ölçülülük” anlamlarına gelen itidal, mecazi manada ise: “Soğukkanlılık.”1 kelimesinin karşılığıdır.
Duyguları rencide edici veyahut harekete getirici(tetikleyici) durum/durumlar, olay/olaylar, olgu/olgular, söz/sözler ya da davranış/davranışlar karşısında insanın toplum tarafından belirlenen ölçülere uygun hareket edebilmesi, akıl, mantık çerçevesinde durumunu ayarlayabilmesi, kabaran duyguların kontrolü, ya da yukarıda bahsi geçen etkenlere karşı soğukkanlılığı koruyabilme şeklinde de ifade edebileceğimiz itidali İslam inancı çerçevesinde ise, dinin ve dindarlığın özünde var olan ve aynı Arapça kökten gelen sekene, sükûn, sükûnet kelimeleri ve orta yol ya da sadece orta olan manası itibariyle “vasat” kelimeleriyle ifade etmenin mümkün olacağı kanaatindeyiz. Bu kelimeleri içine alan bir ifade ile devamlı ölçülülüğü ve orta yolu, salık veren dinimizce de itidal, sadece yukarıda bahsi geçen durumlar karşısında değil hayatın her ünitesinde -gerek fert gerekse toplum planında- “aşırıya kaçmamayı” “ölçülü” olmayı bir yaşam biçimi olarak ifade etmiştir. Örneğin Kehf Suresi, 28. Ayet’te: “Nefsince de, sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber candan sabret. Sen dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma.” Diyerek aşırlığı kendine iş edinmiş insanlara uymamayı emreden Cenab-ı Allah (c.c.) ibadette dahi ölçülüğün ne kadar önemli olduğunu ise bize İsrâ Sûresi yüz onuncu ayette şöyle ifade etmektedir: “(Sen onlara) de ki: İster "Allah" deyin, ister "Rahmân" deyin, nasıl çağırırsanız çağırın. En güzel isimler O'nundur. Namazında sesini pek yükseltme, çok da gizli okuma, orta yolu seç.”
Birinci ayetteki “nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimse-” ifadesini günümüz provokatörleri şeklinde de algılamak yanlış olmaz kanaatindeyiz. Hele bir de bu “nefsine uymuşlar”ı bir kolektif oluşum şeklinde düşünürsek…
TÜRBAN TARTIŞMALARI VE ÇETELER
Ülke gündemini işgal eden iki önemli konu var. Biri yıllardır kanayan dış yara, öbürü başlı başına iç kanama…
Her iki konuda da hadiseleri akıl ve mantık çerçevesinden okuyup değerlendirme basiretine sahip ülkenin ileri gelen aydınları ve bu basireti yılların verdiği acı tecrübelerle yakalamış halkımız akl-ı selim olmanın verdiği tavrı, demokratik bir zeminde ortaya koymuştur. İlla ki çağdaşlığı, ilerlemeyi, yeniliği, demokrasiyi kabullenemeyen geri kalmış bazı zihinler, örtülü-örtüsüz, Alevî- Sunnî, Kürt-Türk, kaynaşması birliği berberliği, gibi erdemleri de anlamaktan çok uzaktırlar. Onların dertleri de bu değildir zaten… Sadece alanı genişletilen her özgürlüğün onların ifade alanını daraltan bir kısıtlama olduğunun sancısıyla kıvranıp dururlar. İşte tek dertleri bu sancılarıdır. Aydınından sanatçısına, öğrencisinden sokaktaki vatandaşa varana kadar akl-ı selim çoğunluğun düşüncesi istekleri beklentileri, onlar için hiç bir ehemmiyeti haiz değildir. Varsa yoksa kendilerinde var olduklarını sandıkları “bilirkişi” “danışma makamı” “yüksek akıl” olma statülerini kaybetme endişeleridir. Her fırsatta kavgayı, yıkmayı, kapatmayı, engellemeyi bir yaşam tarzı edinmişlerdir. İtibarlarını yitirdikleri gün de yurt dışına kaçma başvurabildikleri tek yoldur.
Bize düşen ise her zamanki gibi özümüzde var olan birlik, beraberlik ruhunu örtülü-örtüsüz, Alevî- Sunnî, Kürt-Türk, aynı gönül çemberi etrafında muhafaza etmektir. Bu da bu toprağın insanı olan kendini bu topraklara ait hisseden herkesin yaşam biçimidir.
KEŞKE ONLAR DA NASİPLENSELERDİ
Bazen kendi kendime düşünürüm: Keşke her gün ayrı bir kavga, ayrı bir provokasyon derdinde olan karanlık ruhlar, yıllardır özümüzde var olan ruhtan bir Mevlevi iklimi mi olur, bir Hacı Bektaş-ı Veli dergahı mı olur, birine diz kırıp oturanda birazcık gönüllerince nasiplenselerdi… Ama Allah herkesin gönlüne göre veriyor işte…
Her ne olursa olsun ülke insanını birbirine düşman etme derdinde olan, bundan nemalanma peşinde olan insanlara karşı yukarda bahsi geçen iki hususta da aynı ruh, aynı inanç ve azimle itidal safında durarak bir kere daha öyle lafla sözle değil, tavır ve olgunlukla çağdaşlık ve demokrasi dersi vermeliyiz.
Hani ne derler: Bazen sükut en büyük çığlıktır…