Fatma Şeref
GÜZEL BİR SERGİ ... KÖTÜ BİR ANI
Hiç unutmam Mayıs 1981 önümde hoplayıp zıplayan beyaz, benekli, sürmeli kuzular otlarken elimde Victor Hugo'nun , Notre Dame'ın Kamburu var . Çocuklar için kısaltılmış bir klasik serisini okuyorum. Esmeralda'nın gerçek annesini bulup bulamayacağı ile ilgili çok heyecanlıyım.
Ah o sırada evden çağrılmasam...
İçeri girdiğimde hayatımın en güzel sürprizlerinden biri ile karşılaşacağımı nereden bileyim. İlkokul öğretmenim ve eğitim hayatımın en büyük talihi olan Ali Demir Bey ile milli eğitimden gelen bir görevli bana resim yarışmasında Nevşehir birincisi ve Türkiye çapında da mansiyon ödülüne layık bulunduğumu müjdelemeye ve tebriğe gelmişler ...
Resim yarışmasına katıldığımı bile unuttuğum ayrı mesele ama ne kadar tuhaf bir şaşkınlık ve mutluluk yaşadığımı unutamıyorum. Çünkü benim sadece sevdiğim, keyif aldığım, yaparken dünyayı unuttuğum bir şey için değil ödül almak , başka insanların bakmaya değer bulacağı aklıma gelmezdi.
Aylar önce Ankara'ya gönderdiğimiz resmi hatırlamaya çalıştım. Öğretmenim, Nevşehir'i turizm açısından tanıtacak bir resim yapmamı tavsiye etmişti.Ben de resim kağıdını dörde bölüp hiçbirinden vazgeçemediğim için Hacıbektaş'tan Hacı Bektaşi Veli heykeli , Ürgüpten Peribacaları Avanos'tan Çanak çömlekçilik gibi pasajlar seçerek güzel bir kolaj oluşturmuştum. En çokta Hacı Bektaşi Veli'nin kucağındaki ceylan , aslan ve omuzundaki güvercine odaklanmıştım çalışırken. Hala o ceylanın gözlerindeki güzelliği hatırlıyorum. Onu yapa bilmek için kaç kağıt değiştirdiğimi ise unuttum.
İşte benim ayaklarımı yerden kesen sevinç , o güzel gözleri hiç tanımadığım benden büyük jüri üyelerinin görüp benim anlatmak istediğimi anlamış olmalarıydı. Onlar benim ceylanımı görmüş benim güven, barış, sevgi , huzur istediğimi anlamışlardı. Aynı şeyi istiyor olmalıydılar ki beni birinci seçmişlerdi.
Ama peki gerçekler öyle miydi. 1981 Mayısı'nda 12 Eylüle aylar kala çatışmalar gittikçe tırmanıyor. Körü körüne kardeş kavgası canlar almaya devam ediyordu. Ve 19 Mayıs'da yapılacak olan ödül töreni için köyden Nevşehir il merkezine gitmemiz bile büyük tehlike arz ediyordu. Bu yüzden mutluluğum yerini kaygıya bıraktı kısa sürede. Babam rahatsızdı. Beni Ali Osman ağabeyim götürecekti. O da yeni ölümden dönmüş yaraları henüz iyileşmişti. Bir daha aynı şeyleri yaşamayı göze alamazdım ödüm kopuyordu.
"Abi , o madalya umurumda değil ben nasıl olsa birinciyim bu bana yeter. Gitmek istemiyorum " dedim ısrarla. Ama o dinlemedi. "Ne olursa olsun kapıda kendim ölsem de seni o statyuma girdireceğim. Hak ettiğin töreni yaşamanı istiyorum " dedi. Hacıbektaşa geldiğimizde kaymakam bey kendi arbamızla devam etmemize izin vermedi daha güvenli olur diye makam aracını ve şöförünü verdi. Ve ben bu fedakar büyüklerim saysende kırmızı ile beyazın en güzel raksına sahne olan 19 Mayıs stadına girdim. O tarihteki kaymakamı bulabilsem ellerini öpmek isterim. Bunları ne zaman hatırlasam gözlerim dolar.
Bu yüzden Atatürk'ün doğum yılı kutlamaları için Turizm Bakanlığı'nın düzenlemiş olduğu resim yarışmasının hayatımda resimin dışında da çok önemli bir yeri olmuştur.Resime, güzel sanatlara olan merak merak ve ilgimi artmasında da büyük katkısı .
İkinci ve yine beni günlerce düşündürüp ağlatan anım ise ben tam yağlı boya portreye geçecek kadar ilerilediğim ve büyük bir keyifle her fırsatta resim yaptığım sıra oldu. Henüz lise birdeydim din algım yeni filizleniyordu. Günah ya da haram kavramları bile yerli yerinde değildi kafamda. Zira günah işleyen dinden çıkar zannediyordum mesela. O sırada büyük sınıflardan biri resim atölyesinde beni izlerken "resim bizim dinimizde haram kıyamet günü bunlara can ver bakalım, denecek sana " demesin mi? Önce şaka yapıyor sandım. "Deli misin niye öyle desin Allah , benim öyle bir iddiam mı var ? Onun yarattığı güzellikleri tasvir ediyorum sadece " dedim. "İnanmıyorsan din hocasına sor , kitaplara bak" . Sordum elbette , bu yüzden resmi bırakıp ağladığım ya da sadece manzara tasvirleri ile yetindiğim zamanlar oldu. Baktım kitaplara, bakıyorum yıllardır. İçim o kadar dolu ki bu konuda herkesin yorumu kendine deyip geçiyorum artık. Ama para putuna ya da bir başkasına tapanların "suret haram" lafına tahammülüm yok. Onlar konuşursa kendimi tutamıyorum.
Ve Selçuklu'yu neden bu kadar seviyorsunuz diyenlere vakit darsa sadece şunu söylüyorum : "Alaeddin Keykubat , 1220 li yıllarda Alaeddin Tepesindeki meydanda uluslar arası bir resim sergisi açtı biliyor musunuz? Seyyahlar , tualden fırlayacak gibi canlı yağlı boya figürler olduğunu anlatıyor ve Selçuklu Sultanı'ın altı dil bildiğini..."
Bu yüzden Konya Valimiz Sayın Muammer Erol ve Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Tahir Akyürek , S.Ü Rektörü Sayın Mustafa Şahin'in ve diğer kıymetli protokolün bizzat açılışında bulunduğu Muhsin Kaleli Resim sergisi Selçuklu Başkentine çok ama çok yakışan bir etkinlik oldu.
Şehre ayrı bir ufuk açtı. Başka alandaki bir çok faaliyetten daha önemli olduğunu düşünüyorum.Her resmin ayrı bir hikayesi var ama ben bir kaç görsel paylaşımı ile yetinmek zorundayım şimdilik.
İmam ve ressam olarak ayrıca dikkatleri üstünde toplayan Musin bey çocuklarının da sanata yönelmesinden çok mutlu. Yurtdışı ve yurt içi bir çok sergide başarılı temsillere imza atmaya devam ediyor. Merak edenler ayrınlılı bilgilere internetten ulaşbilir. Ben daha özel bir ayrıntıyı aktarmak istiyorum. Yukardaki anılarımı anlatıp "Siz bir imam olarak bunları nasıl başardınız" diye sordum. Derin bir nefes aldı ve "Onları boş verin ben size beni duygulandıran bir şeyi anlatayım dedi. Cuma hutbesi okuyordum. Orada daha önce duymadığım bir hadis geçti.Peygambberimiz yere çubukla çizgiler çizip soyut bir konuyu anlatmak için kullanıyordu. Şu çizgi şu demek , öbürü bu diye sembolize ederek zor konuyu anlaşılır kılıyordu arkadaşarına . O zaman gözlerimi kapattım ve işte bu dedim. O'da (s.a.s) şekille anlatıyor... İşte bu ! "
Mana gözükmek için suret ister der Muhyiddin Arabi . Bunun üstüne kitaplar yazılır ya da sadece suskun kalınır ki benim tercihim susmaktır.
Sergi 18 Nisan'a kadar uzatıldı Ali Gav Medresine bir uğrayın derim.