Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Güzel düşünmek
İslam, insanların sevilmesine vasıta olan yolları göstermiş, sevimsizliği meşrulaştıracak yollara karşı da tedbir alıcı telkin ve irşatlarda bulunmuştur. Elbette bu iki tedbir iyi uygulandığı takdirde insanlar arasında kalpten kalbe gidecek olan bir sevgi seli akacak ve bir barış köprüsü kurulacak, insan grupları arasında sevgi medeniyeti inşâ edilecektir. İşte sevgisizliği besleyecek manevi hastalıklardan birisi de yargısız infaz diyebileceğimiz “gıybet”tir.
Kötü, negatif huylar arasında bulunan gıybet, bir insana, duyduğu zaman hoşlanmayacağı şeyler söylemektir. Bir defasında Hz. Muhammed (a.s)’a “gıybet” nedir? diye sorulur. O da, “kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır” der. “Pekiyi söylediklerim onda varsa, buna ne dersin?” şeklinde ilâve bir soru daha sorulur. O zaman şu açıklamayı yapar: “Eğer dediklerin onda varsa, tam bir gıybet yapmışsın demektir. Eğer dediklerin yoksa, iftira etmiş olursun.”
Yüce kitabımız Kur’an, gıybeti: “Ölü kardeşin etini yemek” şeklinde tasvir eder. (Hucurat 49/12).
Bir kimsenin yüzüne söyleyemeyeceği şeyleri toplumda onun otorite ve nüfuzunu sarsmak için arkasından konuşmak olan gıybet, gerçekten kardeşlik ve sevgi hislerini sarsan bir davranıştır. İster gıybet olsun, isterse iftira olsun, ikisi de sevgi düşmanıdır. Bunlar dostluk ve kardeşlik bağlarını kökünden zedeler. Neticede insanlar birbirlerinden korkmaya başlarlar. En sonunda kötülenen kişiler hakkında kötü duygular beslenmesine ve ön yargılı düşünülmesine sebep olur. Bu da toplumdaki dayanışmayı ve samimiyet bağlarını yok eder.
Bir başka sevgisizlik de bir kimse hakkında delile, şâhide dayalı olmadan yargısız infazda bulunma diye çevirebileceğimiz “kötü zan”da bulunmaktır. Bütün bu hastalıklar insan haklarını ihlâl etmekle kalmıyor, insanlar arası sosyal bağları kopararak nefret ve düşmanlık tohumları ekmeye müsait bir zeminin hazırlanmasına hizmet ediyor. Bu sebeple İslam, “kötü zan”a alternatif olarak “hüsn-ü zan”ı önermiştir. Bunun anlamı, insanları değerlendirirken hep olumsuz yönleri değil, olumlu yönleri ön plâna çıkarın, demektir. İslam’da başkalarının söz ve kanaatleri konusunda hüsn-ü zanda bulunmak ibadet olarak kabul edilir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (a.s): “Hüsn-ü zan ibadetin güzelliğindendir” buyurmuşlardır.
İnsanların insanlar hakkında güzel duygular taşıması bir erdemliliktir. Hatalarımızı, kusur ve zaaflarımızı dev aynalarında büyültmemek gerekir. Ayıpları, hataları deşifre etmek yerine örtmeyi tercih etmeliyiz. Büyük mütefekkir Mevlânâ Celâleddin’in dediği gibi; “hataları örtmekte gece gibi, mütevâzilikte ise, toprak gibi” olmalıyız.
Ayrıca insanları töhmet altında bırakmaktan da şiddetle uzak durmalıyız. Bir gece Hz. Peygamber (a.s) hanımlarından Hz. Safiyye ile birlikte evine giderken yolda bir grup sahabe ile karşılaşır. Bunun üzerine arkadaşlarına dönerek: “Yanımdaki kadın anneniz Safiyye’dir” buyurur. Sahabe ise: “Yâ Resûlallah! Bunu hatırlatmanıza ne gerek var” dediklerinde, O şöyle buyurur: “Olsun, şeytan insan vücudunda kanın damarlarda dolaştığı gibi dolaşır, gönüllerinize bir şey atılmasından çekindim.”
O halde Hz. Peygamber’in bu uyarısından çıkarmamız gereken sonuçlar şunlar olmalıdır:
İlki, bir kimse şüpheleri üzerine çekmemek için suç mahallinde bulunmamalıdır. Kendisi bizzat günah ve suça ortak olmadığı gibi, başkalarını da –zihinsel plânda bile olsa- günah işletmeye vesile olacak ortam ve davranışlardan şiddetle uzak durmalıdır.
Bir diğeri de, müslüman’ın şiârı, devamlı kötülükleri değil, iyilikleri görmek olmalıdır. Diyelim ki bir adamın ağzında içki koksa, araştırma yapılmadan bu adamın ağzında içki kokuyor diye hemen aleyhine konuşmaya ya da ceza vermeye kalkışılmamalıdır. Belki de birisi zorla ağzına içki dökmüş olabilir. Ayıpları örten, günahları affeden Allah’ın kullarından da böylesi ahlâki davranışlar beklenmelidir.