Seyit Küçükbezirci
Haberiniz var mı, farkında mısınız?
Haberiniz var mı, farkında mısınız? Bugün hıdırellez
Dün akşam oturuyoruz, evde, Elmas Hanım’la. Tatsız, tuzsuz bir Pazar gecesi birazdan başlayacak. “Bir edi, bir büdü”yüz; çoluk çocuk çoktan kendi kanatları ile uçmuş.
-Yarın “azık karıştıracağız” diyorum.
Elmas Hanım, şaşırıyor, bakakalıyor, “Nereden çıktı bu da?” der gibi.
-Arkadaşlarla azık karıştıracağız, diyorum.
Susuyor, lâhavle çekiyor; “-Son zamanlarda çok tuhaflaştın” diyor.
Anlıyor, “çocukluğum”da yaşadığımı…
HAYALİ CİHAN DEĞER HIDIRELLEZLER
İple çekerdik “6 Mayıs Hıdrellez”i. Bir ay öncesinden düşler kurardık; hazırlıklara başlardık. Atlanacak ipler, salıncak kurulacak “kendir”ler, oynanacak toplar. Meram’a götürülecek at arabaları, velesbitler.
Bir şehir toptan yaşardı, Hıdrellez’i. Bir neş’e, bir heyecan, kırlara dökülmek için. “Cennet-i ala” gibi bir gün geçirmek için.
6 Mayıslarda, gün ışırken, “Şehir”, sanki “Meram”a dönerdi yüzünü. Araplar, Sedirler, Biçcimez, Türbe önü, Uluırmak velesbitlerle, at arabaları ile yollara düşerdi; suyu doğru, “yeşil”e doğru.
Akşamdan “çıkı”lar, “Kara kız”lar’ın ördüğü söğüt dalı sepetler hazırlanır. Yumurtalar soğan kabuğu ile boyanır, patatesler haşlanır, gök soğanlar, marullar yıkanır. Gevrekler, tandır ekmekleri. Tuluk peyniri, kalmışsa son “irişgiler”. Allah ne verdiyse, evde ne varsa.
Hıdrellez’e götürmesi için, bin bir nazla niyazla arabacı Sarı Memed Ağa razı edilmiştir.
Sıcak basmadan, at arabasına doluşulmuştur, yollara düşülmüştür. Arabanın kenarına oturmak, ayakları aşağıya sallandırmak tam bir ayrıcalık…
Meram, şimdiki Meram değil. Meram’da oturanlar da şimdiki oturanlar gibi değil. Hıdrellez’in hatırına, bağlarını, bahçelerini, tarlalarını “6 Mayıs”ta hiç kıskanmazlar. Nerede altına oturulacak, salıncaklar kurulacak dev pelitler varsa, orası bir günlüğüne sizin. Top oynayacağınız, ip atlayacağınız yerler sizin.
Meram Çayı boz bulanık akar, “Eski Hıdırellezler”de. Kenarlarına henüz beton kale duvarları çekilmemiştir; su, şimdiki “Hastalıklı su” değildir.
“AZIK KARIŞTIRMA”NIN TADI… HER YİYECEK, HERKESİN…
Akşamdan hazırlanır “azık”lar. İp atlamaktan, salıncakta sallanmaktan, çığlık çığlığa suya dalmaktan yorulanlar, kurt gibi acıkmıştır. Çocukların gözleri şaşılaşır çıkılara, sepetlere bakarken. “Acıktım anne gız” mızıltıları başlayınca orada bulunan herkes çayır üstünde kocaman bir halka oluşturur. Çıkılar sepetler açılır, herkes ne getirmişse ortaya serilir. Her yiyecek herkesindir.
Top yumurtalar, haşlanmış patatesler, gök soğanlar tuza basa basa yenir; kapışa kapışa yenir. Evde yemek seçen, binbir nazla birkaç lokma yedirilenler bile “azık karıştırılan” bir sofrada canavar kesilir.
“KONYA’NIN YAZ BAYRAMI” HIDIRELLEZ’DİR
“Eski Konya”ya “kırk ikindi yağmurları” uylamıştır; her ikindi, gökyüzü, sanki süzek gibi yağmur serpmektedir.
Güneyik, yemlik, dede sakalı tuza basa basa yenilmektedir,
O zamanların Konya’sında “Babaçca”lar daha “papatya” olmamıştır. “Lale” denilince akla “Sögündürme lalesi” gelmektedir; şimdiki laleler “sosyete lalesi” sayılmaktadır.
Kolanın pepsi’si de, coca cola’sı da yoktur; “Meram Aile Bahçesi”nin önünde kütük gibi buz kalıplarının üstünde “Meram Gazozu”, “Çağlayan Gazozu” çevrilmektedir. Hanya’da sıkılıp Konya’da satılan, hava almaz poşetlerde kaç yaşında olduğu tahmin edilemeyen meyve suları rüyalarda bile görülmemiştir.
Kırlara da açılanlar olur. Hızır’ı yakalayacaklardır. Yakalarlarsa, en azından dilekleri olacaktır.
Meram’ın “gökbaş” çiçekleri akla ziyan güzellikte. Tomur tomur, mavinin en güzeli. Kızlar taç örerler başlarına. Egenin zeytin dalından taçları, Meram’da örülen “Gökbaş taçları”nı görseler dudakları uçuklar.
Yağlı, kütür kütür sulu, kocaman göbekli Meram Marulları’nı “aş eren gibi” arzulayan olursa biraz beklemeli. Şeker armuduna, ekmek ayvasına, üzüm eriğine daha çok zaman var; ama, kayısı çağlaları iyice sulanmıştır. “Aşırma”sı da, tuza basa basa yemesi de ömre bedel.
“Babaçca”ların hepsi sizin. Birini alıp, “seviyor, sevmiyor” diye yapraklarını tek tek yolabilirsiniz. Son yaprak “seviyor” da olsa, “sevmiyor” da olsa, razı olacaksınız.
“Tilki kuyruğu” dedikleri bir ot var. Uzun başağının iki yanına tırtıllı kapçıklar sıralanmıştır. Siz, otun ortasındaki omurgasını koparmadan, yandaki tırtıllarının tümünü, en yukarıda bir tane kalmak şartıyla yolarsanız, kimselere göstermeden horoz sesi duyacağı bir yere gömerseniz, “üç vakit sonra” o, otluktan çıkıp altın olacaktır.
“O Zamanlar” da, Hıdrellez günü, hele öğleden sonra; Konya çarşısındaki tekmil çırakları da, okullardaki öğrencileri de bağlasanız durduramazdınız. Bir yolunu bulur, herkes, soluğu Meram’da alırdı.
LAF ARAMIZDA; ARAMIZDA KALSIN
“Gönül kocamaz” derler ya, vallahi billahi doğru. Gönlüm, bu günün 2013 yılı 6 Haziranı değil de, 1953 yılının haziranı olmasını istiyor.
Şevket olsa, Oğuz olsa, Cengiz olsa, Hasan Can olsa, Dinçer Ulutaş olsa. Öğleyin “okulu kırsak”, velesbitlere atlasak Meram yoluna düşsek.
Farkında mısınız? Bugün “Hıdrellez”.
Yahya Kemal’in dediği gibi, “Beyhude bir sonbahar”ı yaşıyorsanız; “-Eski çocukluk hıdırellezleriniz kutlu olsun.
MESAJ TAHTASI
ÖZGEN BEY’İN BÜROSUNDA ÜÇ “GART DELİGANLI”
Özgen Küçükkoner’in bürosunda, geçenlerde, bir öğle vakti. Bir masanın çevresinde, “Goca Gonyalı”ların deyimi ile üç “Gart Deliganlı”. Özgen Bey, ben, “Hocaların hocası” Saim Sakaoğlu. Üçümüzde aynı “Güzel”e aşığız; “Konya” denilen güzele sevdamız günden güne artmakta. Elli yıl gerilerde kaldığı halde.
Etliekmekleri, Sakaoğlu’nun yağsız “Çarşı Böreği”ni bekliyoruz. Ama, aklımız da, gönlümüz de elli yıl ötelerde. Söz gelişi elli yıl; daha daha ötelerde.
“Özlem”lerdeyiz, “Umut”lardayız; 1960 sonrasının ebedi dünyasındayız.
Düşünüyorum; kardeşin kardeşe yapmadığını bırakmadığı bir dünyada Özgen Bey’le olsun, Sakaoğlu ile olsun, birbirimizi hiç kırmamışız, hiç üzmemişiz. En azından elli, elli beş yıl; kolay mı bu?
“Kendim burada, gönlüm sılada” deyişi gibi, “Biz” de, “Gençliğimizin sılası eski Konya”dayız. Olsun. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış.
Çaylar söylenecekken “-Sakaoğlu içmez” dedik; bir ağızdan. “Hocaların Hocası” yılda bir bardak çay içer, o da “6 Haziran”da.
Ayrılırken Sakaoğlu, “-Ben her yıl ıhlamur toplamazsam, karadut toplamazsam huzurum kaçar” dedi. Özgen Beyle toplama işi sağlama bağlandı. Ihlamur da, karadut da Meram’da Hoca’yı bekliyormuş.
Özgen Bey, kapıda, kocaman bir torbayı elime tutuşturdu; içi kitap doluydu.
M. Muhsin Koner’den dört kitap: Mesnevi’den İlhamlar/Oyunlar: Anadolu Kadınları ve Hovarda/ Değişik Kalemlerden M. Muhsin Koner/ Mesnevi’nin Özü.
Özgen Küçükkoner’den üç kitap: Köşe Yazılarım/Konuşa Konuşa/Bir Ömür Böyle Geçti.
“Konya’nın Birinci Dereceden Görgü Tanığı” olanlardan biri de Avukat Özgen Küçükkoner. Konya’nın son yetmiş yılını birem birem anlatacak bir “görgü” tanığı.
Konya’ya yazar olarak, öğretmen olarak, gazeteci olarak, idare adamı olarak unutulması mümkün olmayan hizmetler yapan M. Muhsin Koner dedesi, Özgen Bey’in.
Bana, “Hayırlı torun söyle” deseler, ilkin aklıma Özgen Küçükkoner gelir. Dedesiyle ilgili kitapları, kendi imkânları ile peş peşe yayınlıyor.
Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na gelince. Onun kitapları bir kitaplık rafını doldurur. Kayda geçmedik Konya değeri kalmasın diye öyle bir şevk içinde ki.
Deyim uygunsa üçümüz bir “Konya” dedik mi, ağzımızdan yüz “Konya” dökülüyor. Yazdıklarımız boyumuzu geçti; eminiz balık da bilecek, “Halik” zaten biliyor.
“Gart Deliganlı” nedir diye merak eden olursa; bir “Esgi Gonyalı” bulup sorsun.