Haşim Akın
Hangisi Ders Kitabı?
Biz krizlerle yaşamayı ve onlara da âşık olmayı sevdik. Bazen bu krizi biz çıkardık. Bazen de başkaları bilerek yaptı bu işi… Ama sonra? Anadolu’da bir deyim vardır: “Kimi uyusun diye, kimisi de uyansın diye sallar.” Kimi yayılmasını ve huzursuzluğun artmasını istediği için durmadan ateşe odun attı, kimileri de iyi niyetli olarak onun büyümesine katkı sağladı.
Okullar açılırken ders kitaplarının içinde yer alan bazı resim ve yazılar birden gündeme düşüverdi. Hepimiz buna kızdık, böylesi bir olay karşısında infiale kapıldık. Ama bunların kimler tarafından ve nasıl konulduğuna, niçin aynı anda böylesi bir yüksek sesle servis edildiğine, daha kolay geçiştirilebilecek böylesi bir sorun karşısında oluşan panikle bulduğumuz çözüm yoluna ve nasıl da aynı adrese vurulduğuna dikkat etmedik. Sonradan ortaya çıkanlara bakılırsa tüm bunlar, aniden ve tesadüfen olmadı.
Geçen hafta bir görev vesilesiyle Ankara’ya gittim. Herkes gibi merak ettiğim ve içimizi yakan bu konuda sadece uzaktan eleştirmenin ötesinde yapılması gerekenler olduğunu düşündüm. Hem merakımı gidermek hem de çözüm önerilerimi sunmak istedim. İlgili daire başkanı ve kadim dostum Zeki beyle iki saatin üzerinde bir görüşmeyi yapma imkânı buldum. Oysaki ben 15 dakikaya razı iken… Bu görüşmenin sonunda şunları anladım:
Milli eğitim bakanlığı sadece ders kitabı olacak ve okullara dağıtılacak olan dokümanları incelemektedir. Sosyal medyada paylaşılan ve faturası Talim Terbiye Kuruluna kesilen bazı görseller, ders kitabı değildir. Bunda matbaayı getiren Sanayi Bakanlığı, elektriğini veren Enerji Bakanlığı ne kadar sorumlu ise, Talim Terbiye Kurulu da o kadar sorumludur.
Bir Word sayfasına yazılmış ve internet ortamına atılmış her belgenin sorumluluğu bakanlığa ait değildir. Bu sadece ilgili şahsı bağlar. Müfredat, yıllık plan, vb. ayrımları yapamayan birisi varsa, konu hakkında kızmadan önce bu açığını kapatmalıdır. Bu durum ancak yıkıcıların işine yarar.
Halka yön verme makamında olan kişiler, sosyal medyanın gazına gelmek yerine bir şekilde ulaşıp haberin sıhhat derecesini araştırmalıdır. Gerçeği öğrenince de “ben böylesi bir hata yapılmasın diye önceden uyarmış oldum…” gibi pişkince savunma, bir ilim ve fikir adamına asla yakışmaz. Suçlu bile olsalar, onların da diyeceklerine kulak verip, sonra karar vermek yerine; “Ben her yanlışa karşı çıkarım…” diklenmesi ancak düşmanı sevindirir.
Oturduğunuz yer ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun, yapacağınız tüm işleri yanınızda size destek olacak bir ekiple yapabilirsiniz. Lafa geldiğince uzun- uzun konuşanlar çok ama işe gelince yardım edenler yoksa ancak sizin için “istifa!” diye bağırırlar.
Özellikle bazı branşlarda ortak derdi paylaşabileceğiniz insan yetiştirmemişsiniz. Kendi duygu ve düşünce dünyasından uzakta ve sizin için, size göre(!) icraatta bulunmasını istiyorsunuz. Olmayınca da başkalarını suçlamak sadece kolaycılıktır.
Doğru bir iş yapıldığında teşekkür etmeyi ve taltifi bilmeyen bizim cenahın yiğitleri(!) eleştiri ve hakaret sınırına gelince nedense sınırları zorlamaktadır. Bakanlığın yBağlantıetkililerinden bekledikleri özür dileme erdemi niçin onlara da uğramaz? Onların da açık yüreklikle çıkıp özür dilemesi gerekmez mi?
Bazen başkalarının attığı taştan daha çok yaralar, dostun attığı gül…
“Hataların birden çok şekilde aynı anda çıkması, aynı anda sosyal medyada infial oluşturacak şekilde servis edilmesi, belirli isimlerin üzerine yoğunlaşması ve onların istifasıyla her şeyin düzeleceğine inandırılması” üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Sanki bize “maymuna bak!” oyunu oynadılar. Farkında olmadan onların ekmeğine yağ sürüldü.
Ülkenin maddi kayıpları geri gelebilir. Ama insan israfının ve özellikle de yeni nesle ait olan gönül ve beyin israfının telafisi çok zordur. Bu nedenle yetkiyi elinde bulunduranlar bu konuda çok dikkatli olmalılar. Onlar eleştiriye ve öneriye açık olmalı. Diğerleri de eleştireyim derken ağır hakaretlerden sakınmalıdır.
Her olaydan bir ders çıkarmak lazım... Bundan sonra benzeri acı tecrübelerin yaşanmaması dua ve umuduyla…