Prof. Dr. Ali Akpınar
Her kitap..
Her kitap bir kitabı
anlamak için okunur, ama…
Kim söylemişse şöyle bir söz vardır, her kitap bir Kitabı anlamak için okunur diye. Güzel bir söz gibi duruyor. Burada bir Kitap’tan kasıt da Allah Kelamı Kur’ân-ı Kerim. Ne var ki bugün on binlerce kitap var insanımızın önünde. İnsanımız okuma alışkanlığını kaybetti, kitap okuyacak zamanı yok. Dolayısıyla her kitabı okumaya kalksa, o bir Kitabı okumaya yahut anlamaya fırsat kalmayacak gibi.
Dolayısıyla mademki hedef bir Kitabın anlaşılması, o halde ondan başlansa ve o bir Kitap anlaşılmaya çalışılsa, ihtiyaç duyuldukça da diğer kitaplara başvurulsa. Tıpkı Kur’ân’ın ilk muhataplarının yaptığı gibi. Evet, onların ellerinde ve gündemlerinde tek bir Kitap vardı. O da Allah’ın Kitabı Kur’ân-ı Kerim. Onlar, o bir Kitabı hem okuyorlar, hem anlıyorlar, hem de yaşamaya çalışıyorlardı. Okuma-anlama ve yaşama işini birlikte götürüyorlardı. Anlamadıkları yerleri, başta Peygamberimiz olmak üzere, onu daha iyi bilenlere soruyorlardı. Zaten onların başka kitapları da yoktu!
Peygamberimiz, Kur’ân ile karışmasın diye, belki de Kur’ân ikinci planda kalmasın diye mübarek hadislerinin bile yazılmasına izin vermemişti. Yazı bilen sahabîler, yalnızca Kur’ân yazıyorlardı, evlerinde yalnızca Kur’ân yaprakları bulunuyordu.
Aradan çok geçmedi, Kur’ân’ı anlamak için başka kitaplar yazıldı. İnsanlar Kur’ân’ı kolay ve doğru anlama niyetiyle o yazılan kitaplara yöneldiler. Fakat ölçüyü kaçırdılar, diğer kitaplara o kadar kendilerini kaptırdılar ki Allah’ın Kitabı geri planda kaldı. Bu üzücü durumu gören bazı akl-ı evveller, Kur’ân okumanın faziletine dair hadisler uydurmaya yeltendiler. Gerekçe olarak da onlar, insanların bazı ilim adamlarının fıkıh ve siyer kitaplarına yönelip Kur’ân okumayı ihmal ettiklerini görünce, onları yeniden Kur’ân okumaya yöneltmek için hadisler uydurdum demek durumunda kalmışlardır. Mesela bunlardan Nuh b. Meryem (v: 173 h) şu itirafta bulunmuştur: Ben insanların Kur’ân’dan yüz çevirip Ebû Hanife’nin fıkhı ve İbn İshak’ın megazisi ile meşgul olduklarını gördüm, sevap ümit ederek bu hadisleri uydurdum… Meysere b. Abdi Rabbih’in de benzer bir itirafı vardır.
Elbette onların yaptığı yanlıştı. Zira Hz. Peygamberin Kim benim hakkımda yalan söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın şeklindeki açık ve sert uyarısına rağmen, her ne niyetle olursa olsun hadis uydurmak günahların en dehşetlisidir. Ancak gelinen nokta, durum tespiti açısından önemli bir durumdur.
Evet, insanlar Kur’ân’ı anlama niyetiyle de olsa Kur’ân’ı okuma ve anlama işini ikinci plana atmamalıydılar.
Öte yandan Kur’ân okumanın ve anlamanın önündeki engeller gündeme getirildiğinde, kendimiz dışında suçlular ararız hep. İşte bizi Kur’ân yazısından uzaklaştırdılar… Temel Kur’ân eğitiminden mahrum bıraktılar… Kur’ân Kurslarının önünü kestiler… İmam Hatiplerin geleceğini kararttılar… Ah şu tv yahut internet yok mu? vb… savunma mekanizmaları geliştiririz. Oysaki suçu başkasına atmak bir şeytan mantığı ve işidir. Şeytan da Yüce Allah’ın secde emrini kendisi yerine getirmemiş, sonra da hep bu Âdem yüzünden oldu, onu ve soyunu düşman bilip yoldan çıkaracağım diye tutturmuştu.
Hâlbuki Kur’ân’ı okuma, anlama ve yaşamanın önüne engel koyan herkes sorumludur, ancak asıl sorumlu öncelikle biziz. Şöyle ki, kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın biz istersek kendimiz ve çoluk çocuğumuzla birlikte bu engelleri aşabilir Kur’ân’la buluşabilir, onu okuyup anlayabilir ve gücümüz nispetinde onu yaşayabiliriz. Nitekim en zorlu zamanlarda bile Kur’ân ehli hiç eksik olmamıştır. Neden, biz de onlardan biri olmayalım?