Hiç bilemeyecekler…

Kış kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı, ilk kar düştü ve ben çocukluğumu hatırladım…

Keşke her şey şu yere düşen kar kadar bembeyaz ve çocukluğum kadar saf ve temiz kalabilse…

Her bir kar tanesinin bir melek tarafından gönderildiğine inandığım çocukluğuma tekrar dönebilsem…

Tenime düşen her kar tanesinde bir melek dokunuşunun isabet ettiğini, kışın meleklerle temas anlamına geldiğini düşündüğüm o günlere dönebilsem…

Hiçbir kimyasal tepkimeden haberimin olmadığı, hiçbir bilimsel verilerle kafamın doldurulmadığı, her şeyin akışına gittiği, her şeyin yavaş ancak sukut içinde ilerlediği geçmişime dönebilsem…

Her kar yağdığında bu yıl iyi rahmet oldu, bereketli geçecek bu kış diyen büyüklerimin rahmani sözlerini yeniden duyabilsem…

Kara kışa lanet okuyan değil, bereketine dua eden dünyaya geri dönebilsem...

Kar ve kışın bir felaket değil Allah’ın bir lütfü olduğuna dair sözleriyle içimizi ısıtan, bize mevsimlerin rahmani birer armağan olduğunu söyleyen büyüklerimizin olduğu o eski zamanlara tekrar dönebilsem…

Teknolojinin ruhlarımızı boğmadığı, hayallerimizin bir tuş kadar yakın olmadığı dünya bizden ne kadar uzak değil mi?

Artık;

Çırayla tutuşturulan soba ateşini…

Soba üstündeki kestane çıtırdısını…

Kuzineden çıkan ekmeğin kokusunu…

Tüten bacalardan çıkan dumanların içimizi de ısıtmasını…

Damları küreyen yuvağın evin içindeki gürültüsünü…

Dam boyu yağan karların yolu kaplamasını, grayderlerin bu yolu açarken çıkardığı o gürültüyü…

Karlar içinde yuvarlanan çocukların cıvıltısını…

Işıklar gidince halamın saatlerce anlattığı masalları ve ertesi gün tekrar ışık gitse de devamını anlatsa diye beklenilen uzun kış gecelerini…

Mum ışığında oluşan gölgelerle kurduğumuz o inanılmaz hayalleri..

Gölge oyunlarının en kralını…

Naylondan kızaklarla kar üstünde kendi çapımızda yaptığımız, zaman zaman takla atarak tamamladığımız buz danslarını…

Yoksul ama mutlu, gülen yüzlerle birbirine bakan, birbirinin kömürünü, odununu taşıyan komşuların sıcak çay sohbetlerini…

Televizyon başında akşam ajanslarını dinleyen büyüklerin o basit ancak çok eğlenceli yorumlarını…

Bu kuşak hiç duyamayacak, hiç bilmeyecek…

Belki de bu duygular onlar için çok demode, çok banal, çok geri duygular…

Bu yüzden geçmişe dair bu yaşanmışlıklar onlar için belki de masal…

Bunları duymayı da istemezler kim bilir…

Bir tuş kadar yakın olan her şey varken, bir tuşla ısınmak varken, niye çıra yakayım ki diyebilirler…

Telefonla konuşmak varken, internette mesajlaşmak varken, dostlarıma ev sohbetleriyle kendime niye yük edeyim ki diyebilirler…

Herkes kendi halinde yaşayıp gitsin, sosyalleşeceksek de twitterda sosyalleşelim diyebilirler…

Ama inanın bu sözü söyleyenler, bir soba etrafında birleşen insanların gülüşmelerini ve pencereden içeriye dolan ayazla sobanın harlanan ateşinde yoğunlaşan sohbetlerin tadını hiç bilmeyecekler…

Önceki ve Sonraki Yazılar