Haşim Akın
HİCRET Mİ DEDİNİZ?
Muharrem ayı, hicret ayıdır. İnancı uğruna fedakârlık yapmanın mevsimidir. Anadan babadan, yardan ve diyardan geçme zevkinin kıvamıdır. Hicret, arkaya bakmamaktır. Hicrette arkaya bakmak yasaktır. Bu yasağa uymayan Hz. Lût’un (as) karısı helak ile tanışmıştır.
Hicretler, çok farklıdır. Ömer olup Mekke’nin ortasında “İşte, ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum! Karısını dul, çocuklarını öksüz bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa, şu vadide önüme çıksın!” diye nida edebilmek herkese nasip olmayacaktır.
Ama siz hicrete niyet etmişseniz, arada engel kalmaz. Bir Süheyb olup, bütün malı bu uğurda feda etmek ve yolun açılmasını sağlamak da vardır. Sonunda mı? Sonunda “Süheyb kazandı!” iltifatına erişirsiniz.
Nisa Sûresi 97. ayeti kerimede “Neden benim istediğim gibi olmadınız, niçin bozuldunuz?” diye soracağını haber verir Rabbimiz. Bu sorguya; “Bulunduğumuz ortam kötüydü. Ah bir izin verselerdi, senin emirlerini çok güzel yaşayacaktık…” diye mazeret bildirmeleri üzerine, “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” denilecek. Kur’an-ı Kerim, o gün gelmeden haber verir.
Yaşadığı ortamı ve alışkanlıklarını terk etmeye çok da alışık olmayan günümüz insanı, hicret deyince korkar. Bunu Kaf dağının arkasına kaçmış bir Zümrüdüanka gibi görür.
Aslında hicret önce kalptedir, kafadadır. Zira yaşadığı çirkefliklerden Allah’ın nuruna kaçamamış bir insan için şehirlerarası hicret, çok da kolay değildir. Küfürden imana, isyandan itaate, günahtan kulluğa, nefsanî arzulardan Rabbani emirlere, Allah’ın razı olmayacağı her türlü düşünce ve fiilden “işittim ve itaat ettim” diyerek O’na mutlak teslimiyet; asıl hicrettir.
Bu nedenle hicreti asırlar öncesinde kalmış bir göç eylemi olarak düşünmemek lazımdır. Tarih kitapları muhtelif maksatlarla yapılmış birçok kavim göçlerinden bahseder. Ama onlar birer göçtür. Hicret değildir. Zira hicret; bir kaçış değil, daha güzel gelebilmek için mevzi değiştirmek, mevki almaktır. “Ey Mekke şayet beni çıkmaya zorlamasalardı, kesinlikle buradan çıkmazdım” diyebilmektir.
Bugün televizyonun menfi tesirlerinde kurtulabilmek için onu kapatmak veya uzaklaştırmak bir hicrettir. Sadece O’nun rızası için internete mesafe koyabilen, bazı dost ve arkadaş gruplarıyla (gerekiyorsa) arayı biraz açan kimse bir muhacirdir. Harama bulaşmama titizliği içinde bankadan kaçış, gözleri koruma adına arka ve tenha sokaklardan yürüyüş de bir hicrettir. Hz. Meryem misali sükût-susma orucu tutmak ve yasaklanmış boş şeyleri konuşmamak da, bir hicrettir. Tıpkı dünya ve dünyalıklar adına nefsimizin zorladığı her nevi menhiyattan kaçabilmenin bir hicret olduğu gibi...
Ama niyetinize dikkat edin. Amacınızda bir kayma olursa, her şey boşa gider. “Allah ve Resulünü’ isteyenler O’na; bir kadını veya dünyalığı isteyenler de istediğine kavuşur.” Nebevi ferman böyledir. Sizi sarmadığı için veya bu gün moralinizin bozuk olması nedeniyle ayrıldığınız ortam, imkân bulamadığınızdan bulaşmadığınız yasaklar, sizi muhacir yapmaz.
Bazen Süheyb misali elinizde var olanları terk edebilmek gerekir. Oturduğunuz ev veya işgal ettiğiniz koltuk, taşıdığınız (veya sizi taşıyan) makam; gururunuzu okşamaya başladıysa… Buyurun hicret etmeye…
Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi dönüşü İstanbul’a gündüz yerine gece girmeyi tercih etmiştir. Gündüz vakti girerse, halkın iltifatı karşısında nefsi palazlanır da gurura kapılır diye düşünmüştü… Yeni aldığınız kıyafet çok mu dikkat toplamaya başladı? Kıskanarak mı baktılar size? Biraz da havalı mı duruyor? Hicreti kendiniz bulun. Unutmayın şu an her birimiz bir Mekke’de yaşıyoruz. Medine ise yanı başımızda bize kucak açıyor.
Evet, içinde bulunduğumuz ay, hicretin başladığı aydır. Bu ay bizler de başlamalıyız yeniden ve yenilenerek hicrete… Allah, muhacirler için özel mükâfatlar vaat etmektedir. Hicret bu toprakların imanlı gönüllerini bekler.
Cennete hicret etmek isterseniz, yolculuğa buradan başlamalısınız: “TAKVA NE DE GÜZEL AZIKTIR.”