Hüseyin Altunbaş
I love you reklam
Reklam öğrenmemizi sağlıyor. Öğrenmemizi tetikliyor. Reklamı öğrenen toplumların daha iyi iletişim kurduğunu görüyoruz. Türkiye’de reklamı öğrendikçe daha iyi iletişim kurmaya başlayacaktır. O yüzden reklamı sevmek lazım. I love you reklam. I love you reklam.
Reklamı topluluk karşısında konuşmak olarak değerlendirirsek, topluluk karşısında konuşmayı hep engelleyen bir millet olarak reklama dinamiti baştan koyuyoruz aslında. Günlük yaşantımız reklama hiç müsait değil. Hiç ödüllendirici değil. Öyle değil mi?
Utanan insanlar utanan firmalar olarak karşımıza çıkıyor. Nerede ne söyleyeceğini bilen firmalar zaten tüketiciden müşteri de alırlar, krizi de yönetirler, marka da olurlar. Yani iletişim kurmaktan korkmayacaksın, şeffaf olacaksın, bilgi vereceksin, hatırlatacaksın, ikna edeceksin. Bu noktadan geçen hafta yine Memleket Gazetesi yazarlarından, Cuma günleri yazan Latif Cem Baran’ın “Top şeklinde stadyum olmaz” başlıklı yazısına değinmek istiyorum. Latif Cem Bey, benim de sürekli takip ettiğim, yeni fikirler üreten, acaba ne yazacak diye meraklanabileceğiniz bir yazar.
Geçen haftaki yazısında bahsettiği konu benim daha önceki dönemlerde vurgulamaya çalıştığım spor pazarlaması, şehir pazarlaması konularıyla bağlantılı olunca bu hafta değinmek lazım diye düşündüm. Ki bahsettiği konu öyle üstünden yalap şap geçilecek bir konu da değil. Etraflıca tüm ilgililerce değerlendirilmesi gereken bir konu! Hani bilgiyi şeffaf şekilde paylaşmak varya ondan…
Latif Cem Bey çok da dikkat edilmeyen bir şehrin “kimliğinin” şehrin cazibe noktalarına yerleştirilmesi fikrini stadyum özelinde işliyor yazısında. Her ne yapıyorsanız kendi dokunuza, kimliğinize uygun yapmanız gerektiğine dikkat çekiyor. Bir stadyum yapılırken, bir ortak yaşam alanı inşa ederken ve bir bina dikerken sizin övüneceğiniz, benim böyle değerlerim var diyebileceğiniz kimlik özelliklerinizi oraya taşırsınız, taşımalısınızdır aslında diyor.
Bu şehir pazarlaması için gereklidir, kişilik için gereklidir, akılda kalıcı olmak için gereklidir, gereklidir de gereklidir…(Ben de bunu diyorum)
Bence çok dikkat edilmeyen çok önemli bir noktaya dikkatleri çektiği için hepimizin Latif Cem Beye teşekkür etmemiz lazım. Bu konular hep aman canım boşver konuları olarak geçtiği için yapılan ortak eserlerin hiç birinde ortak bir koku yok maalesef. Atalarımızın eserlerinde kendi kimliklerini eserlere yansıttıklarını görüyoruz. Bu Osmanlı eseridir, bu Anadolu Selçuklu eseridir, bu Selçuklu eseridir diyebiliyoruz. Çünkü atalarımız sonraki yılları da düşünmüşler. (Mimar Sinan’ın 400 yıl sonrası için bıraktığı notu düşünsenize!)
Ama biz bu mirası tamamiyle unutmuş olarak ne yaparsak yapalım, hızlı yapalım fikriyle kişiliksiz yapıveriyoruz. Konya’nın stadyumu Konya’nın kendini pazarlaması için üzerinde hassas durulacak bir konu. Bu açıdan top şekli yeter diyerek, burada valla billa top oynanacak diyerek yapılıverecek bir proje, top’unuzu oynayın diyerek yapılıverecek bir proje Konya’nın satış vaadlerine hiçbir katkı yapmayacaktır.
Satmak istediğiniz ürüne bir kimlik yüklemelisiniz. (Bu kuraldır.) Bu kimlik sizin kendi öz kimlik bileşenlerinizden gelirse oh ne ala, yok siz onu boş bırakırsanız başkası onu size yükler. Bizim kimliğimizde top yok biz aslında şunu demek istedik diye açıklama yapmak zorunda kalırsınız. Doğa boşluğu kabul etmez çünkü.
Hangi bileşeni (Mevlana mı, çift başlı kartal mı, etliekmek mi…) hangi noktasına koyarsınız bilemem ama bu sonraki yıllarda hepimizin şimdiki zaman yöneticilerini sürekli hatırlayacağımız kalıcı bir proje olacak. (400 yıl sonrasına değil ama 50 yıl sonrasında nasıl hatırlanacağınızı düşünün!)
Konya’nın bir gün şehir pazarlaması üzerine çalışan bir departmanı olacak ve pazarlama müdürü olacak. Ne zaman bilmiyorum ama olacak, olmalı! Diğer şehirlerden önce olursa ne kazanacağımızı Avrupa örneklerinden görebiliriz.
Metro’dan Cevap Var
Geçen haftanın “Çook Rahat” konseptli Metro reklamlarını yürüten Erka Reklam Ajansı reklamlarına yaptığımız eleştirilere cevap vermiş ve Kreatif Direktörü Mehmet Balaban’ın imzasıyla bir mail göndermiş, maili sizlerle paylaşayım.
İletişim kültürüne bu şekilde katkı yaptıkları için de ayrıca teşekkür ediyorum. Daha önce firma geri dönüşü olarak Kongaz’ı sizlerle paylaşmış ve Kongaz’a teşekkürlerimizi sunmuştuk. Şimdi de bir reklam ajansından gelen ilk geri dönüşüm olarak Erka’yı tebrik ediyor ve yine teşekkürlerimizi sunuyoruz. Bu iletişim kültürünün iyi örneklerle gelişmesini hepimiz istiyoruz. Ne güzel değil mi?
Sayın,
Memleket Gazetesi 16 Mart Salı 2010 tarihli yazınızı okumuş bulunmaktayız. Konya Metro Turizm reklam kampanyası açıkhava uygulamaları konusunda incelemeleriniz bizi son derece mutlu etmiştir. Kreatif açıkhava uygulamamız konusunda yapmış olduğunuz değerlendirmelerden dolayı teşekkür ederiz. Billboard reklamlarımız için yaptığınız eleştiriler için de ayrı bir teşekkürü hak ediyorsunuz. Bu konu da yaptığınız eleştirileri önemsiyor, eleştirilerinizin açıkhava reklamlarımızda bizi daha da çok geliştireceğini düşünüyoruz….
Konya’da ilk kez bir reklam ajansının böyle yaratıcı bir uygulama yapması ve o uygulamayı yapan ajansın da ERKA olması bizim için ayrı bir gurur kaynağı… Konya reklam sektöründe bütünleşik iletişim çalışmalarını yapan, tam anlamıyla bütünleşik reklam kampanyalarını en iyi şekilde yürüten bir reklam ajansı olduğumuza inanıyoruz (belki de Konya’da bütünleşik iletişimi çalışmalarını tek yapan reklam ajansı Erka’dır). … Biz ERKA olarak bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Konya’nın reklama ve reklamcıya bakış açısını değiştirecek reklamverene fayda sağlayacak kampanyalara imza atacağız. Bu süreçte sizin gibi değerli bir ismin katkıları, olumlu-olumsuz eleştirileri bizleri en iyisi olma yolunda daha da hırslandırıyor. İlgi ve alakanız için teşekkür eder, iyi çalışmalar dileriz.
Ey Garson İşini Sev!
Bu hafta hizmet sektörünün vitrininde bulunan ama bu vitrinde olmayı fark etmemiş bir mesleğe bir iletişimci tavsiyesiyle bitirelim. Sözünü ettiğim meslek garsonluk. Bizim toplumda garsonluk çok dikkat edilen, önemsenen bir meslek değil aslında. Ama bir firma için hayati öneme sahip bir meslek. Hem hayati öneme sahip hem de dikkat edilmeyen meslek. Enteresan değil mi? Biz de hangi konu enteresan değil ki! Stadyum meselesindeki enteresanlıkta yine fark etmediğimiz, önemsemediğimiz enteresanlık değil miydi?
Garsonlarla sıkça karşılaşıyoruz. Sıkça iletişimimiz oluyor. Hepimiz işini sevenle sevmeyeni hemen ayırt edebiliyor. İşini seven farklı bir garsonluk yapıyor, mesleğine bir kişilik katıyor ve dikkat çekiyor. İşini sevmeyen ise sirke satan suratıyla, kerpetenle alınan cümleleriyle hemen dikkatleri çekiyor. İştahınızı da kapatıyor.
Garson bir lokantanın ambalajının en önemli bileşeni. Hiçbir şeyden anlamayanları garson yapmak o ürünün en büyük hatasıdır. Pazarlamadaki her bileşen satışa gidecek şekilde tasarlanmalıdır. Ürün satışı tetikleyecek şekilde tasarlanmalıdır. Fiyat ürünü aldırtacak şekilde belirlenmelidir. Dağıtım satışı fazla düşündürtmeden aldırtabilmelidir. İletişim de yine satışa teşvik etmelidir. Hal böyleyken ey garson kardeş sen satışı artırmak, yükseltmek için ne yapmalısın? İyi düşün!
Müşteriye esas ana yemek dışında başka yan yemekleri satabilmelisin. Zaten ana yemeği yemek için gelmiş müşteriye sen alternatifleri sunabiliyor ve başka seçenekleri aldırtabiliyorsan iyi bir garson olursun. Böyle yaparsan hem kendin daha fazla kazanacaksın hem patronun daha fazla kazanacak hem de müşterin daha mutlu ve huzurlu olacak. Bundan iyi win win olur mu? Al sana kazan kazan. İşini sev garson kardeş!
Bugün Salı saat 14.00’de hepimiz Sanayi Odasında olacağız. Bir çok markaya hayat vermiş ve yönetmiş kişilerden reklamı dinleyeceğiz. Markom Leo Burnett Başkanı ve CEO’su Meral Akyel’i ve Lowe Ajans Yaratıcı Grup Yönetmeni Deniz Mukan’ı Konyalı iş adamları ve reklamcılarımız olarak can kulağıyla dinleyeceğiz. Orada görüşürüz.