Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
İnsanlarda din duygusu
“Onları (denizde,) bir dalga dağlar gibi kapladığında, dini Allah'a has kılarak ona yalvarırlar. Allah onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim ayetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder.”(31/Lokman 32).
Bu âyetin, Ebû Cehlin oğlu İkrime hakkında nâzil olduğu rivayet edilir. İkrime Mekke’nin Müslümanlar tarafından fethi esnasında deniz yoluyla Yemen’e kaçarken şiddetli bir fırtınaya tutulur. Denizde boğulmaktan korkan İkrime, şirke dayalı inancını unutarak kurtulmak adına bir muvahhit gibi dini yalnızca Allah’a has kılmak suretiyle şöyle dua eder:
“Allah’ım! Eğer beni bu fırtınadan sağ-salim kurtarır da karaya çıkarırsan doğrudan Muhammed (a.s)’a gideceğim. Ellerimi, kutlu ellerinin üzerine koyarak biat edip Müslüman olacağım.” Gerçekten de denizde fırtına diner, böylece İkrime karaya çıkar verdiği sözü yerine getirmek için Mekke’ye gider ve Müslüman olur.”
Lokman Sûresi’nin 32. âyetinde farklı insan tabiatları üzerinde durulmaktadır. Bunlardan birisi, başlarına gelen sıkıntılardan dolayı Allah’tan yardım isteyenlerin, sıkıntı gidince verdiği sözü tutarak samimi inancını sürdürmesi, diğeri ise, tehlike sırasında verdiği sözü, esenliğe kavuşunca unutması ve eski alışkanlıklarına geri dönmesidir.
Öte yandan aslında bu âyet bize, insanın yaratılışı itibariyle inanan bir canlı olduğunu gösterir. İnsanın özünde yaratıcıyı arama özelliği bulunduğu gibi, kudretli bir varlığa sığınma duygusu da vardır. Bu insanın güven arayışı içine girme çabasıdır. Bunun adı, fıtrata dönüştür. İslam fıtrat dinidir. Gerek Kur’an’da gerekse Hz. Peygamberin hadislerinde buna işaret edilir. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Yüzünü doğru bir din olarak İslam’a, insanların fıtratına uygun olan dine çevir.” (30/Rum 45).
Resul-i Ekrem (a.s) de:
“Her insanı annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Bundan sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan ve Mecusi yapar. Eğer (çocuğun) anne-babası Müslüman ise, çocuk da Müslüman olur.” (Müslim Kader 25).
Hâsıl-ı kelam, yukarıdaki ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre her insan, dini istidat ve kabiliyetle dünyaya gelir. Bunu her iki metinde de geçen “fıtrat” kavramının manasından çıkarabiliriz. Fıtrat, en geniş manasıyla hakkı, gerçeği idrak etme ve bilme yeteneğidir. İnsan bu yeteneği yeme-içme, sevme-sevilme, öfke vb. içgüdü ve duygular gibi bilkuvve halinde içinde taşır. Tarihte insanların çoğu, bu âlemi yaratan bir varlığın bulunmasından şüphe duymamışlardır. “Dünyanın neresine giderseniz gidiniz, mabetsin bir şehir bulabilirsiniz, ama mabutsuz şehir asla!” sözü bir darbı mesel haline gelmiştir. Biz buna “kabul-i âmme delili” diyoruz. İnkârın zirvesine ulaşmış insanlar bile, büyük bir felaketle karşılaştıklarında dağa, taşa, ota ve ağaca sığındıkları görülmemiştir. Aksine bu insanlar, Allah’a sığınmışlar, bildikleri isim ve sıfatlarla yalnızca O’na yalvarmışlardır. Nasıl ki karnı acıkan bir bebek âhu figan içerisinde annesinin memesine koşarsa, sıkıntı anında, her insan fıtratının sesine uyarak Rabbine koşar. Bunun insanlık tarihinde birçok örnekleri vardır.