Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Irk ayrımcılığıyla mücadele günü
Bugün uluslar arası ırk ayrımıyla mücadele günü.
Bugün vesilesiyle belki de BM özel oturum yapacak, değişik ülkelerde insan hakları kuruluşları bu sorunu dile getirecek. Her ne kadar bütün bu törenlerde yalandan etnik ayrımcılık lanetlense de, işin perde arkasında teşvik edilmeye devam edecektir. Maalesef olmaması gerekirken, bilgi ve dini şuurun zayıflaması neticesinde günümüzde İslam toplumlarının en acıklı sorunlarının başında etnik ve mezhebi ayrımcılıklar gelmektedir. Hâlbuki ümmet düşüncesinin olduğu bir yerde bu çatışmalar olmamalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de, insanın bir erkek ve dişiden yaratılması, toplumların farklı boy ve kabilelere ayrılması, insanların birbirlerini tanıma sebebi olarak zikredilmiştir. (Hucurat 13). İslam boy ve kabileye karşı değil, kabileciliğe karşı çıkmıştır. Zira kabilecilik zihniyeti, katı asabiyet anlayışı esasına dayanır. Câhiliye döneminde “kardeşin zalim de olsa, mazlum da olsa yardım et” sözü bir darb-ı mesel haline gelmişti. Kaygılı ve musibetli olaylarda kabile fertleri yardıma çağrıldıklarında, sözün doğru olup olmadığı hakkında delil aranmaz, hakkaniyet gözetilmez hemen bu çağrıya icabet edilirdi. Câhiliye dönemi Arap kabileleri arasında meydana gelen çatışmalar, kabilelerde düşmanlığa, kin ve nefretin yayılmasına, insanların ölümüne, kan davalarının artmasına ve intikam duygusuna yol açardı. İslami dönemde Hz. Peygamber (a.s) Müslümanları kabile asabiyetinden ve körü körüne taassubundan korumak için veda hutbesinde: “Cahiliye devrinde güdülen kan davaları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Rabia’nın kan davasıdır” buyurmak suretiyle bu cahiliye âdetine son vermiştir. Yine bir defasında muhacir ve ensara mensup iki çocuk kavga etmiş, bunun üzerine muhacir, “yetişin ey muhacirler!”, ensar da; “yetişin ey ensar!” diye haykırmıştı. Bu kabile hukukuna dayalı çözüm şeklini gören Hz. Peygamber, Müslümanlar arasındaki bu tavrı, “câhiliye davası” olarak nitelendirmiş ve Müslümanları bundan men etmiştir.
Öte yandan Kur’an-ı Kerim’in getirdiği değerler sisteminde renklerin ve dillerin farklılığı, Allah’ın bir âyeti olarak nitelendirilmiştir. (Rum 22). Kur’an’a göre insanlar, aynı kökten gelmişlerdir. (Nisa 1). Ontolojik anlamda bir farklılık söz konusu değildir. Bu konuda nebevî mesajın evrenselliğine ışık tutacak şu ilke çok önemlidir: “Allah sizin fiziki şeklinize ve zenginliğinize bakmaz; O, sizin gönlünüze ve davranışlarınıza değer verir.” Dolayısıyla, etnik köken ve renk ayrımcılığı, insan hakları bakımından bir zulümdür. Bu konuda Hz. Peygamber’in uyarısı çok özlü ve anlamlıdır: “Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir.”;“Sizin hepiniz Âdem’in neslindensiniz. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arabın, Arap olmayanlar üzerinde veya Arap olmayanın Arap karşısında üstünlüğü yoktur. Bu üstünlük ancak Allah’tan korkmakla (takva ile) olur”.
Görüldüğü gibi nebevî mesajın söylemlerinde bütün insanlığı kucaklayacak düzeyde evrensel bir dil kullanılmıştır. Yaşadığımız dünyada hala etnik çatışmalar yaşanıyorsa bunun arkasında cahiliye zihniyetinin ırkçı söylemi vardır. Nitekim Hz. Peygamber, annesinin renginin siyah olmasından dolayı, bir başka Müslüman’ı ayıplayan bir sahabeye: “Sende câhiliyeden bir şeyler kalmış” buyurmak suretiyle, renk ayrımcılığını cahiliye ahlakı olarak nitelendirmiştir.