Derviş Argun
İslamcılığın IŞİD’leştirilmesine izin verilmemeli
Yusuf El Karadavi, IŞİD’in kuralsız yakıp yıkmasını, esir alıp infaz yapmasını ve Irak’taki ilerleyişini bir “Sünni devrim” olarak niteleyince onun adına üzüldüm. Bu sesi ve sesin geldiği derinliği, varsa bu sese eşlik eden diğer koro sesleri iyi tahlil etmemiz gerektiğini düşündüm. Karadavi bu için neresinde ya da içinde mi bilmem ama ne bu çatışmalar sıradan, ne de bu gelişmeler tesadüf. Her şey bir plan içerisinde işliyor. Yıkılan ve yok edilen yerler, göçe zorlanan ya da toprağa düşen cansız bedenler, bu büyük, ama esaslı fotoğrafın kenar çizikleri. Yüz binlere ulaşmış bu cansız bedenlerin, bu fotoğrafın ana temasında bir karşılığı yok. Bizim vah tüh yaptığımız bu acı fotoğrafın, bu planın yapıcı ve uygulayıcı takımının merhametini harekete geçirebileceği beklentisi anlamsız. Onlar kaç kişinin öldüğüyle değil, planın kaç numaralı aşamaya geçtiğiyle ilgileniyorlar. Sorumsuzluğun ve vahşetin adını “Sünni devrim” koyan bir Müslüman Âlimler Birliğimiz var. Kurtla yiyip çobanla ağlaşarak, takvaya ulaştıkları iddiasındalar. Sünni olduğunu iddia ettikleri bu devrimlerinin, kimin, hangi sünnetinden neşet ettiğini söyleyemiyorlar. Belki de IŞİD tarafından ortaya konan vahşetin ve yok edişin, İslam peygamberine mal etme maliyetine girmek istemiyorlar.
İslam’ı IŞİD’leştiremedikleri için, İslamcılığı mı IŞİD’leştirmek istiyorlar. Ait olduğumuz öze bulaşamadıkları için, aidiyetimizin formunu bozarak bizi ve görüntümüzü kirletmek istiyorlar. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetindeki “insanı yaşat ki devlet yaşasın “ sözü bunların elinde “öldür ki devletin olsun”a dönüştü. Selam ve emniyet dinine mensup olduğu iddiasında olan IŞİD, Halep’e bir kapıdan girerken, aynı selam ve emniyet dinine inandığı iddiasında olan yüz binler, bir başka kapıdan kaçıyor. Çocuklar kaçıyor. Kadınlar kaçıyor. Yaşlılar ve erkekler kaçıyor. Özürlüler kaçıyor. Yaşamak isteyen herkes kaçıyor. Çünkü onların gelişinin, ölüm olduğunu biliyorlar. Selahaddin, Kudüs’ü fethettiğinde nasranisiyle, yahudisiyle tüm insanların akın akın Kudüs’e ve Selahaddin’in eliyle yaşatılacak olan İslam adaletine nasıl koştuğunu hatırlayınca ne kadar hazin günlerde olduğumuzu daha iyi anlıyoruz. O sebepledir ki; IŞİD’in çizdiği bu fotoğrafı İslam Peygamberi’ne mal etmek, onun bıraktığı müktesebata yapılacak en büyük ihanettir.
Üstad Hasan El Benna, “Dahilde savaş yoktur” diyerek Müslüman Kardeşler teşkilatını iç savaş ve benzeri fitnelerden hep uzak tutmuştur. Cephelerin her ikisinde de namaz kılınıyorsa, kılanların mezhebini ve meşrebini sorgulamamıştır. Bu gün getirildiğimiz noktada mezhep ve meşrep gerekçeli savaşlarda öldürülen Müslümanların çetelesini bile tutmaktan aciz kaldığımız gerçeğini masaya koyarsak, Hasan El Benna’nın ne denli aziz bir duruşa sahip olduğunu daha iyi anlarız. O nedenledir ki Hasan El Benna’nın yolundan giden Mısır’ın kahraman direnişçileri, 3 Temmuz 2013’ten bu yana binlerce şehit verdiği halde, Mısır’da iç savaş çıkmasın, kaos olmasın diye şiddete dönük tek bir eylem yapmadılar. Başkaları tarafından yapılmasına da izin vermediler. Zaferin Allah katından geleceğinin bilinciyle, Müslümanların onlarca yıllık kazanımlarını, siyonistler ve onların yerli maşalarının önüne atmadılar. Bu asil duruş, iç savaşlarla kaybettiğimiz coğrafyalara inat, Allah’ın izniyle Mısır’da bu mazlum halkı, önümüzdeki günlerde zaferle buluşturacaktır.
Bizi ve İslamcılığı IŞİD’leştirmek isteyenlere fırsat vermemeliyiz. Yeniden ama esaslı okumalarla Muhammed (as) hayatını ve onun kutlu yolculuğunu öğrenmeliyiz. Muhammed (as) arkadaşlarını öldürtüyor dedirtmemek için, Abdullah b. Ubey b. Selul gibi bir büyük münafığa bile sabreden İslam Peygamberinin getirdiği dinin müntesibi olduğunu söyleyenlerin mezhepler tarihi ile ilgili tek satır okumadan mezhep düşmanlığı üzerinden fitne çıkarmalarına fırsat vermeyelim. Bu savaş Şii’liğin ve Sünni’liğin savaşı değildir. Bu savaş, menfaatlerine din kisvesi giydirmiş baronların savaşıdır. Bizde bir şekilde savaşın döktüğü kandan beslenen Şii ve Sünni baronlara dur demeliyiz. Büyük imam Ebu Hanife, Hz. Hüseyin’in torunu İmam Zeyd’e (Zeyd b. Zeynelabidin) en büyük desteği vermiştir. Bu desteğin bir sonucu olarak hem Emevi hem de Abbasi Halifelerinden zulüm görmüş ve Halife Ebu Cafer El Mansur’un zindanlarında şehit edilmiştir. Bu gün İmam Zeynelabidin’in devamı olduğu iddiasında olanlarla, İmam’ı Azam’ın müntesibi olduğunu söyleyenler, birbirini boğazlıyorsa, bunun bu imamlarla değil, kendilerine özgü din anlayışlarıyla alakalı olduğunu bilmeleri gerekir.