Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
İslam’da Mal Siyaseti
İslam, bireyin mülk edinme ve mülkiyet hakkı özgürlüğünü bir hak olarak değerlendirir. Bu hakka saygı gösterir ve saygı gösterilmesini ister. Bu özgürlüğü kısıtlamayı veya bu hakka tecavüzü büyük günahlardan sayar. İnsanın dokunulmaz hakları arasında yer alan malın korunması ifadesi, elbette, sadece özel mülkiyeti değil, genel manada milli serveti de içine alır. Milli servetin yabancılara karşılıksız ya da düşük ücretlerle satılması İslam’da yasaktır. Pozitif hukukta bu iş, ancak, mütekabiliyet esasına göre cereyan eder.
İslam’da mal ve kazancın helal yoldan elde edilmesi için çalışmak, bu uğurda alım-satım gibi meşru çerçevede ticaret yapmak teşvik edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “ Gerçekten insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur” (Necm, 39); Hz. Peygamber (a.s) da: “Kişi kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde etmemiştir” buyrulması suretiyle, çalışma teşvik edilmiştir.
Meşru bir yoldan kazanılmış bir malın, sahibinin rızası olmadan bir başkasının mülkiyetine geçirilmesi doğru değildir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’in uyarısı açıktır: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.” ( Nisa, 29).
İslam haksız kazanca karşıdır. Bu sebeple, İslam, zorla başkasının malını gasp ve telef etmeyi, aldatmak, yolsuzluk yapmak, rüşvet almak, kumar ve faiz gibi yollarla haksız kazanç sağlamayı yasaklamıştır. Ayrıca İslam’da malın korunması için hırsızlık haram kılınmıştır. (Bkz. Maide, 38-39). Hırsızlık sadece bir başkasının malını zorla gasp etmek değil, ölçü ve tartıda hile yapmak suretiyle de gerçekleşir. Bu konuyla ilgili olarak Kur’an’ın uyarısı şöyledir: “Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.” (İsra, 35). Kur’an’da Medyen toplumunun yok edilme sebebi olarak ölçü ve tartıda haksızlık yapmaları anlatılır. İnsan hakkını ihlal olan bu durum, toplumsal bir suçtur.
Öte yandan, malını yönetme ve kullanma ehliyeti kazanıncaya kadar yetimlerin mallarını haksız yere harcamak ve kullanmak da yasaklanmıştır. Bir ayette şöyle buyrulur: “ “Rüşdüne erişinceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.” (İsra, 34). Toplumları, yoksullaştıran nedenler arasında israf da vardır. Bundan dolayı İslam’da savurganlık haram kılınmıştır. İslâm, insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda dengeli davranmasını öğütler. Bir âyette: “Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyiniz. Yeyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” (el-A’râf, 7/31.) buyrularak israf yasaklanmış, başka bir âyette de: “Elini bağlı olarak boynuna asma. Onu büsbütün de açıp savurma. Sonra kınanmış pişman bir halde oturup kalırsın” (el- İsrâ, 17/29) buyrulmak suretiyle hem israftan, hem de cimrilikten kaçınılması istenmiştir. Bilindiği gibi cimrilik, kişinin nefsini meşru olan şeylerden yararlanmaktan mahrum bırakmasıdır. İsraf ise gereğinden fazla harcama ve tüketimde aşırı gitmektir. İsraf, fert, aile ve toplum hayatında onulmaz yaralar açar ve toplumsal bozulma ve çürümeyi hızlandırır.
O halde bir Müslüman dünya üzerindeki maddi ve mânevî imkân ve nimetleri kendisine emanet edildiği bilinciyle tüketmeli, bu nimetler üzerinde kendisinin olduğu kadar toplumun da hakkı bulunduğunu unutmamalıdır. İslam hukukunda mala verilen zararın tazmini ve aldanmalarda müşterinin tercih hakkı, doğrudan savurganlıkla ilgilidir. Çünkü savurganlık, malın korunmasını imkânsız hale getiren durumlardandır.