Prof. Dr. Ali Akpınar
İslam’la tanıştıramadığımız..
İslam’la tanıştıramadığımız insanlar!
Bazı insanlar İslam’a, onun kitabına Kur’ân’a ve onun peygamberi Hz. Muhammed’e hakaret ediyorlar. Peygamberimizden önce olduğu gibi, peygamberimiz döneminde de müşrikler, münafıklar ve Kitap Ehli de hakaret ediyorlardı. O’nunla ve getirdiği hakikatlerle alay ediyorlar, iftira atıyorlardı. Onlar, hakikat karşısında söyleyecek söz bulamayınca, onunla dalga geçerek geçiştirmeye çalışıyorlardı. Onların bu değişmeyen tavrını açıklayan ayetlerden bir kısmı şöyledir:
İnkâr edenlere, dünya hayatı güzel görünür, onlar, inananlarla alay ederler. (2/212)
İki yüzlüler, kalplerinde olanı haber verecek bir surenin inmesinden çekiniyorlar. De ki: «Alay edin bakalım, Allah çekindiğiniz şeyi ortaya koyacaktır.» (9/64)
Onlara soracak olursan, «Biz and olsun ki, eğlenip oynuyorduk» diyecekler; De ki: «Allah'la, ayetleriyle, peygamberiyle mi alay ediyordunuz?» (9/65)
Rablerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlaka, gönülleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler. (21/2)
And olsun ki, senden önce birçok peygamber alaya alınmıştı da, alaya alanları, eğlendikleri şey mahvetmişti. (21/41)
Onlara öğüt verildiğinde öğüt dinlemezler. Bir mucize gördüklerinde onu eğlenceye alırlar. (33/13-14)
Mücrimler, şüphesiz, inanmış olanlara gülerlerdi. Yanlarından geçtikleri zaman da birbirlerine göz kırparlardı. Yandaşlarının yanına vardıklarında bununla eğlenirlerdi. (83-29-31)
Ama onlar, gerçeği tam olarak bilmiyorlar, anlamıyorlardı, nitekim bir süre sonra hak bütünüyle anlatılmış, anlaşılmış ve Arabistan yarımadasında yaşayanların hemen hepsi Müslüman olmuştu. İslam’ı kabul etmeyenler ya ölüp gitmişler yahut da çekip gitmişlerdi. Ashabın sayısı yüzbini aşmıştı Peygamberimizin döneminde. O yüzbin kişilik güzide insanlar sayesinde İslam, dünyanın dört bir yanına ulaşmış ve insanlık İslam’la tanışmıştı. Peygamberimiz vefat ettiğinde İslam Devletinin sınırları iki milyon kilometre kareyi aşmıştı. Sahâbîler, Medine’den Çin’e, Afrika’nın ücra köşelerine kadar İslam’ın sesini duyurmuşlardı. O günlerde dünyanın iki büyük süper gücü olan İran ve Bizans, Müslümanlar karşısında dize gelmişti.
Bugün İslam âlemi bir buçuk milyarı aşmış vaziyette. Sahabe sayısının yüz ellibin katı. Ancak yüz ellibin insan, bir sahabî etmiyor. Sahabenin o günün şartlarında yaptığı tanıtımı, bugünün imkanlarıyla yapamıyor, yapmıyor. Zira kendileri gereği gibi bilmiyorlar İslam’ı, ona gereken önem ve değeri vermiyorlar!
Sahi biz ne kadar doğru bir şekilde tanıyoruz dinimizi, Kitabımızı ve Peygamberimizi? Onları, doğru bir şekilde insanlığa tanıtabilmek için neler yapıyoruz?
Suçu başkalarına atıvermekle kurtulamayız sorumluluktan. Evet, kutsala hakaret edenler suçludur. Ancak kutsalı tanıtamayanlar da suçsuz değildir. Dolayısıyla gelişen olaylar, bizim bu değerlerimizi doğru bir şekilde tanıma ve tanıtma, onları layığı ile yaşama ve yaşatma azmimizi artırmalıdır. Düşmanın fütursuz salvoları bizim hızımızı artırmalıdır. Tıpkı şairin dediği gibi:
Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!