Derviş Argun
İslamofobi mi, İslam Düşmanlığı mı?
Yeni Zelanda'da gerçekleştirilen saldırı, batı toplumlarını aşan ve tüm Hıristiyan dünyasını egemenliği altına alan bir İslam düşmanlığının yükselişini işaret etmektedir. Bunun genel değil de kriminal bir durum ve patolojik bir kitle tarafından yükseltildiğini düşünenler olabilir. Oysa İslam'ın ortaya çıkışından itibaren tarihin, doğu ve batı ya da Müslüman dünyası ve Hıristiyan dünyası olarak kurgulanan iki dünya arasında askeri, siyasi, ekonomik, dini ve sosyo-kültürel çekişmelere sahne olduğu bir gerçektir.
Müslümanların batıya göçü, ağırlıklı olarak 1960-1980 arası yaşanan ekonomik ve sosyal krizler vesilesi ile olmuştur. Aileleri ile birlikte 1960-1970 ve 1980'li yıllarda batıya gelen göçmen işçileri, 1990'lı yıllarda mülteciler takip etti. Fransa'ya göç, büyük ölçüde eski kolonisi Mağrip, Cezayir, Fas ve Tunus'tan olurken, Hollanda'ya Endonezya, İngiltere'ye ise Pakistan ve Bangladeş'ten olmuştur. Aynı dönemlerde Türkiye başta savaş ortağı Almanya olmak üzere, tüm Avrupa coğrafyasına işçi ihracında bulunmuştur.
İlk dönem göçmenlerin işçi olmaları, dil bilmemeleri, sosyal aktivitelere icabet etmemeleri onların "geçici" oldukları düşüncesinden dolayı batı toplumunca bir tehdit olarak algılanmalarına mani oldu. Bu yönüyle de bu Müslümanlara karşı ciddi bir tehdit ve düşmanlık söz konusu değildi. Hatta tam tersine bu zor şartlarda çalışan Türk ve Arap işçiler, batılılarca "geçici işçi" statüsünde oldukları için "zavallı" bir kitle olarak değerlendiriliyorlardı.
Bu göçmen kitlenin çocukları, zamanla işçilik statüsünden vatandaşlık statüsüne terfi ettiklerinde o ülkenin tüm haklarından istifade etme iddialarını da dile getirmeye başladılar. Bu durum, sosyal statü arayışında etkin, görünürlüğü yüksek, işçilik dışı arayışları olan bu kitleyi "öteki" ile birlikte yaşam konusunda sorunlu bir geçmişe sahip olan batı toplumunu, bu yeni kitleye karşı düşmanca davranışlara itti.
1993 yılında yayınlanan "Medeniyetler Çatışması" makalesi, bu makalenin NATO tarafından 1995 yılında yeni "öteki" ve yeni "düşman" olarak İslam'ı ilan etmesiyle çatışma, kurumsal ve kamusal bir alana taşındı. 2001 yılında ABD'de gerçekleşen 11 Eylül saldırısıyla bu fobi, siyaset ve medya öncülüğünde batı toplumunun bilinçaltına kazınmıştır.
Bugün birlikte yaşadıkları Müslümanlara karşı, önyargı, ayrımcılık, dışlama ve şiddet uygulayan batı toplumu, önümüzdeki dönemde kamusal olarak desteklediği bu düşmanlığın bedellerini ödemeye devam edecektir. Artık batıda yaşayan Müslümanların çoğu, vatandaşlık haklarını elde etmiş ve göç ettikleri coğrafyaların batı tarafından kaosa, iç savaşa ve yıkıma sürüklenmesinden dolayı geri dönebilme imkanları da kalmamıştır. Batı, toplamda neredeyse 50 milyona yaklaşmış ve tüm Avrupa’ya dağılmış bu kitleyle anlaşmak ve kabul etmek zorundadır. Dönüş imkânsız, birlikte yaşam mecburi olmuştur.
İslam'ın artık Avrupa'da ve Avrupalı olduğunu kabul etmekte zorlanan batı, bu kabulü geciktirdikçe yeni acılar yaşanmaya devam edecektir. Batı, bu kitlenin batı toplumları ile bir arada ve fakat onlara da bir tehdit oluşturmadan yaşama taleplerine saygı duymak ve onaylamak zorundadır. Yeni Zelanda hükümetinin ve toplumunun, yaşanan acıya karşı birlikte ve saygın bir dil ve duruşla gösterdikleri karşı duruş, takdire şayandır. Bu duruş, hem orada yaşayan Müslümanların aidiyet, mensubiyet duygularını güçlendirir, hem de Yeni Zelanda'da bundan sonra oluşması muhtemel krizlerin tarafların eliyle çözülmesini kolaylaştırır.
Batının, Yeni Zelanda'nın bu duruşundan ders alıp "öteki" diye isimlendirip şeytanlaştırdığı Müslümanlara karşı daha paydaş duruşlar sergilemesi gerekmektedir. Ancak böylesi bir politika, batının önümüzdeki yüzyılda şeytanlaştırdığı "öteki"ler sebebiyle yaşayacağı kaostan çıkmasını sağlayabilir.