Kanımız da donsa, canımız dosta...

Kanımız da donsa, canımız dosta gider

 

Dost,

Sırdaş,

Yoldaş,

Arkadaş,

Kardeş…

İç çektiren, göz yaşartan mefhumlar...

Vefasızlıktan dem vurup ''ah'' çekenler,

Düşünürler mi ki, kaç kişiye ''ah'' çektirmişler?

''Karşılıksız sevdim'' derler,

Bilmezler mi sevmek bir ihtiyaçtır?

Sevilense bir gıda aslında…

Dost: ihtiyaç…

Dost: içi dolu bir bohça...

Özlemenin özlenmek kadar ihtiyaç,

Sevmenin sevilmek kadar elzem olduğu,

Birinin sizin için endişelendiğini bilmeniz kadar,

Sizin de birisi için endişelenmeyi istemeniz gibi…

Bunlar, ruhi ihtiyaçlar.

***

Bozkır’a ve bozkırlara yorgun gözlerimle şöyle bir bakıyorum; çıfıt çarşısı gibi.

Çirkin düşünce bulutları…

Ve içlerinde zorbalığa, nankörlüğe dair ne varsa...

Yok yok…

Günümüz insanının dostları yani...

Ne olursa olsun,

Kim olursa olsun,

En zorbasının dahi zamanı geldiğinde sarılıp ağlayacak bir yastığı vardır dost niyetine...

Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?

Medet umulan anlık materyaller…

Belki peluştan bir ayı,

Belki elindeki en sevdiği fincan,

Belki içi izmarit dolu kül tablası,

Belki de kedisi, köpeği...

Ama, asla insan değil...

***

Her gün bu hayat içinde engelli bedenimiz ve en topal ruh hallerimizle ilerlemeye,

Daha doğrusu; ''şu ömrü bitirsekte kurtulsak'' dercesine yollara düşüyoruz...

Ne olursa olsun…

Eski sokaklara,

Evlere bakıldığı zaman,

Gerçek sıcaklığı,

Samimiyeti hissetmeyen yoktur eminim.

Birbirine selam verenler, verilen selamı bir müdane ile alanlar...

Dün “gardaş”,

Dün “can” dediklerine,

Bugün “meşgulüm”, “çok işim” var mesajı gönderenler…

Vefa...

Sözlüğe bakıyorum,

Vefa ne demekmiş diye?

Vefa: sevgiyi sürdürme, sevgi bağlılığı...

Tabii devreye ister istemez sesler, sisler ve gölgeler giriyor...

Derinden gelen sesler, eskinin müstesna birlikteliklerinin, dostluklarının sesleri ve gölgeleri... Yani bu gün akıl sır erdiremediğimiz gözleri ve gönülleri perdeleyen sisler vefaya can çekiştiriyor...

Bir dostumun diline pelesenk ettiği ve benimde çok sevdiğim söz: “kanımız da donsa, canımız dosta gider!”

Bu cümle çok mu iddialı?

Hayır, aslında hiç iddialı değil...

Bozkır ve bozkırlardaki küçük yürekliler için iddialı, hatta komik bile olabilir...

Bu cümle hepsinin özeti gibi...

Neyse,

Bu yazı,

Bozkır ve bozkırlarda vefadan dem vurup vefasızlık edenlere,

Hayat arkadaşının ne manaya geldiğini bilmeyenlere,

Dostluğun anlamını unutmuşlara,

Sadakat ve sevgi  kelimelerini duyunca alaylı ifadelerle karşılık verenlere,

Düşmanlarını dost edinmeye çalışırken gerçek dostlarını kaybetme yolunda ilerleyenlere, Manayı değil, maddeyi kucaklayanlara armağan olsun...!

***

Not: Ben ve sevgili eşim ve kızım, hafta sonu biricik oğlum Taragay Miraç Akgül’ü peygamber efendimiz Hazreti Muhammet Mustafa (S.A.V) sünnetine bağlı kalarak sünnet ettirme mutluluğuna eriştik…  Coğrafyamda oğlumun sünnet yemeğine katılarak ailemizi şereflendiren akrabalarıma, komşularıma, büyüklerime, yaşıtlarıma, küçüklerime, yazılı ve görsel basın camiasındaki dostlarıma, Türkiye Spor Yazarlar Derneği ailesindeki ağabeylerime, Selçuk Üniversitesi’ndeki hocalarıma ve çalışma arkadaşlarıma, iş ve siyaset dünyasındaki büyüklerime, aynı siyasi ve mesleki fikirleri iman ettiğimiz yol arkadaşlarıma yürek dolusu teşekkürlerimi sunarken, Bozkır ve bozkırlarda yaşayan tüm insanların Miraç kandillerini tebrik eder, mutlu, huzurlu ve kedersiz günler dilerim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.