Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Karz-ı Hasen/Güzel Borç!
Bilindiği gibi Kur’an ve sünnette geçen Karz-ı Hasen; “Allah yolunda yoksullara verilen her türlü infak ve sadaka, Allah’a ödünç verilmiş bir mal gibidir ve bu ödünç malı Allah sahibine kat kat verecektir” inancından hareketle doğan bir yardımlaşma müessesesidir.
Güzel borç anlamına gelen ‘karz-ı hasen’, dinimizde, müminlerin birbirleriyle yardımlaşmalarını sağlayan bir yardımlaşma şeklidir. Bu kurumun Müslümanlar arasında canlı tutulması ve yaşatılması gerekir. Bu noktaya dikkat çeken Hz. Peygamber (s.a.v) bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Bir mü’min diğer kardeşine yardım ettikçe, Allah da ona yardım eder. Her kim eli dar olan borçluya kolaylık gösterirse, Allah da ona kolaylık gösterir. Her kim bir mü’minin dünya üzüntülerini giderip onu ferahlandırırsa, Allah da yüce hesap günü onun üzüntülerini giderir.”( Nevevî, Muhyiddîn, Riyâzü’s-Sâlihîn, (çev. K. Burslan- H. H. Erdem), Ankara, 1976, I, 285).
Bu sebeple, ekonomik sıkıntı çeken kimselere güzel borç vermek bir fedakârlık ve darda kalan kimseleri genişletmek kardeşlik görevidir. Maddi anlamda kabz halinde olan bir müslümana maddi anlamda ba’s/genişlik halinde bulunan varlıklı bir Müslüman yardım etmelidir. Bunu yaparken o, karşılığını Allah’tan bekleyecektir. Bu sosyo-ekonomik müessese de ancak böyle yürür. Yoksa karz-ı hasen, meta-ekonomik olaylardan soyutlanmış bir toplumun ve tamamen iktisadi düşünen adamın işi değildir.
el-Kâbız vasfına sahip olan Yüce Allah, yardımlaşmayı teşvik ettiği şu âyette karz-ı hasenle kabz arasında böyle bir ilişki kurmuştur: “Yalnız Allah rızası için gönül hoşluğu ile bir ödünç verecek kimdir ki, Allah ona kat kat mükafatını versin? Allah kimini daraltır (da hayra koşmaz), kiminin de kalbini genişletir (de ödünç vermeye koşar). Siz hesap vermek için ona döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/245).
Karz-ı hasen her ne kadar karşılıksız bir hibe değilse de, ihtiyaç olduğu zaman karşılıksız bir hibeden daha değerli bir sosyal yardımlaşma biçimi olabilmektedir. Önemli olan tarafların birbirlerine karşı taahhütlerini zamanında yerine getirmeleri ve birbirlerine karşı hoşgörülü olmaları suistimale kaçmamalarıdır.
Bir mü’min Allah’ın er-Rezzâk olduğuna yürekten iman etmelidir. Ekonominin ipleri O’nun yed-i kudretindedir. Nimetleri kullarına bol bol veren de O’dur, alan da O’dur. Bundan dolayı her Müslüman bunun şuurunda olmalı, darda kalana yardım etmelidir. Çünkü darda kalana yardım etmek, ilahi ahlakın bir gereğidir. Kim böyle yaparsa ilahi ahlakla vasıflanmış olur. Nitekim Hz. Peygamber de ekonomik kriz içerisinde bulunduğu için borcunu ödemekte güçlük çeken kimselere borçlunun sıkıştırılmaması ya da borçlarının bağışlanması konusunda pek çok tavsiyelerde bulunmuştur. Bu tavsiyelerden birisi de şöyledir: “Bir kimse darda bulunan (borçlu) adama mühlet verir veya alacağından bir kısmını ya da tamamını bağışlarsa, gölgesinden başka gölge bulunmadığı kıyamet gününde Allah onu arşın gölgesinde gölgelendirir.”( Nevevî, a.g.e., II, 589). Tabii ki, borçlu, istismara kaçmamalıdır. Bugün ticaret erbabını dinlediğiniz zaman borç ödeme konusunda nice hile ve hurda yollara tevessül edenler olmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de ellerini sıkı tutarak, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyip cimrilik yapan kimseler kınanmıştır. Arapçada ellerini kabzedenler deyimi, cimrilik yapanlar hakkında kullanılır. Kur’an onların inanç kimliklerini ve cimrilik vasıflarını şöyle beyan etmiştir: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip, iyiliği yasaklarlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridir.” (Tevbe 9/67). Dışından Müslüman görünen ve içinden kâfir olan bu kimseler, gece-gündüz bütün mesâilerini yeryüzünde kötülüğün kurumlaşması için harcarlar. İnsanlığın yararına olan iyiliklerle ve iyi insanlarla mücadele ederler. Toplumun yoksul ve gelir düzeyi düşük kimselerine el uzatan iyi insanlara engel çıkardıkları gibi kendileri de yardım etmezler. Bu sebeple onların infak ve paylaşma konusunda yürekleri ve elleri tutuktur. Netice itibariyle birey ve toplumların hayatında özgürlükler ve ekonomik sıkıntılar bağlamında daralma günleri yaşanabilir. Bu konuda gerek fert ve gerekse toplum, kabz halinin ilelebet sürmemesi için çaba sarf etmelidir. Karz-ı hasen müessesine işlerlik kazandırmalıdır. Elbette en kötü kabız hali, ekonomik sikintilar değil, inançsızlığın verdiği psikolojik sıkıntılardır. İnanan insan için ruh darlığı, her zaman inşirah bulabilir. Bu sebeple Allah’ın yüce kudretinin bir delili olan el-Kâbız isminden her mü’min hisselenmeli ve ruh darlığının ruh dinginliğine, her türlü sıkıntı halinin ferahlığa dönüşmesi uğrundan O’ndan yardım istemelidir. Unutmayalım ki, insan hayatı ne mütemadiyen kabızlık ve ne de mütemadiyen bâislik halinde tek düze gider. Bu her iki hal arasında da bir adalet, denge ve hakkaniyet ölçüsü vardır. Yeter ki Müslümanlar birbirlerine karşı itimat ve güvenlerini kaybetmesinler. Korku ve ümit arasında bir hayat sürdürsünler.