M. Faik Özdengül
Keşkeyi Unut!
Yürürken düşünce öyle yoğun esiyor ki bazen boran gibi.Keşke dedirtiyor. Keşke dolanıyor dilime.Geçmiş geçmiş olmaktan çıkıyor. Bugün oluyor. Gelecek oluyor. Suçluyor. Pişmanlık oluyor. Öfke oluyor. Dişimi birbirine geçirtiyor. Yüreğimin sesi diş gıcırtısı oluyor. Pişmanlıklar keşke olup sis, duman kaplıyor her yeri. Gönülden göze yüzlerce perde iniyor. Keşke diyor insan keşke. Keşke daha dikkatli olsaydım. Nasıl da göremedim. Nasıl da dost belledim. Nasıl kandım nasıl. Ben bir aptalım. Tam bir aptal. Salak. Saf. Geri zekalı. Şu karşınızda gördüğünüz ben varya ben. Dişleri birbirine geçiyor. Yanak kasları geriliyor. Kendisi iki olsa boğazından sıkacak . Öfkesi kendine. Hata yapmış. Öfkesi ailesine. Hiç beklemezmiş onlardan. Öfkesi kardeşlerine. Bir yabancıdan daha beter yok saymışlar onu. Öfkesi arkadaş zannetiklerine. Bir bir anlatıyor kalleşliklerini. Öfkesi herkese. Kime tutunduysa elinde kalmış kırık bir dal gibi. Aptalım ben aptal. Aptal. Aptal. Kaybedip bağırıyor kendini. Kaybedip kendimi bağırmışım ben de.Kılavuzum kızmadı. Ama hoş da görmedi. Duraklayalım dedi. Dinlen biraz dedi. Bir şeyler söyleyeceği zaman hemen başlamazdı bazen. Önce dinlen derdi. Bazen de önce bana anlattırırdı. Bu kez sadece dinlen dedi. Utandım kendimden. Kaybedişimden kendimi. Keşke deme dedi. sonra devam etti: Kaza gelince kabuktan başka bir şey görmez düşmanları dostlardan ayıramazsın. 1/1194 ( Mesnevi) sonra da bir hikaye:Süleyman divan çadırını kurdu. Bütün kuşlar gelip bir bir toplanmaya başladılar. Onun kendilerinin dilini bilir sırrını anlar görünce büyük bir iştiyakla huzuruna koştular. Insan dildeş ister. Onu anlayanı ister. Arar. Hep dildeşini arar. Kuşlar da cik cik ötmeyi bırakmışlar, dildeşin seninle nasıl konuşursa öylece Süleymanla konuşmaya başlamışlardı. Zira aynı dili konuşmak akrabalık gibidir. Aynı dil dedikse bu Türkün Türkle konuşması gibi değil. Mahrem dili. Hele bir de gönül dili var ki o bambaşka. Gönülden gönüle sözsüz işaretsiz yüzbinlerce işaret tercümansız akar durur. Konuşmayı sadece söz belleme. Sadece kulak belleme. Sözsüz ve sessiz de yüzbinlerce kelam akar. Şimdilerde elektrik deniyor. Pozitif elektrik aldım senden. Elektriğin negatif. Beden dilin başka bir şey söylüyor. Vücudun sözlerini yalanlıyor. Bunlar gönül dili. Işaret dili. Eskiler Mantıkuttayr derlerdi. Kuş dili. Hikaye yarım kalmasın. Kuşlar bir bir anlatmaya başladılar Süleymana. Kendilerini göstermek, hünerlerini sergilemek istiyorlardı. Bu öğünmek kibirden dolayı değildi. Bilirsin bazen köle efendisi onu sevip kabul etsin diye gösterir hünerini. Onun gibi. Eğer satın alınmak istemezse kendisini topal, hasarlı yapar. Sıra hüthüt kuşuna geldi. Hüthüt dedi ki. Ey Padişah, en küçük bir hünerimi kısaca arzediyim. Zira kısa konuşmak iyidir. Yükseklerde uçarken ben, ta yukarlardan bakınca toprağın derinliklerindeki suyu görürüm. O su nerdedir? Derinliği nedir? Rengi ne? topraktanmı kaynıyor yoksa taştan mı? hepsini görür bilirim. Ey Süleyman ordu kurulacak yere sefere beni de götür ki sulu yerde kurasın ordugahını. Süleyman, bu çok iyi dedi. susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde yanımızda olur bize suyun yerini gösterirsin. Karga bunu işitince hasedinden ilerleyip Süleymana Hüthüt aykırı ve kötü söyledi. Padişah huzurunda söz söylemek , edebe aykırıdır, hele yalan ve olmayacak söz olursa. Eğer onun böyle bir görüşü olsaydı bir avuç toprak altındaki tuzağı nasıl görmezdi? Nasıl olur da tuzağı tutulurdu , nasıl olurda ümitsiz bir halde kafese girerdi? Dedi. Bunun üzerine Süleyman dedi ki Ey Hüthüt! Daha ilk kadehte böyle söylemen layık mı, akla sığar mı? Ayran içen ! kendini nasıl oluyor da sarhoş gösteriyor, huzurumda sonu yalan çıkacak bir söz söylüyorsun. Hüthüt dedi: Padişahım , Allah aşkına bu çıplak yoksul hakkında düşmanın söylediği sözü dinleme! Eğer ettiğim dava yalansa işte başımı koydum, boynumu vur. Keza hükmünü inkar eden karga binlerce aklı olsa yine kafirdir. Eğer kaza gözümü ve aklımı kapatmazsa ben tuzağı havada da görürüm. Fakat kaza gelince bilgi uykuya dalar, ay kararır , gün tutulur Kazanın bu çeşit hilesi nadir midir ki ? Kaza ve kaderi inkar edenin inkarı bile, bil ki kaza ve kaderdindir.Sustu sonra kılavuzum. Kimbilir kaç kez anlatmıştı. Benzetmek hoş olmamakla birlikte. Turist gezdiren rehberleri anımsadım. Aynı yerleri yıllarca gezdiren aynı şeyleri defalarca anlatan rehberleri. Aynı soruları soracakları daha sözlerine başlarken bilen. Sormasınlar diye baştan anlatan ama yine de sorduklarını görüp hayret eden. Babaları bilirim aynı hatayı her çocuğunda yeniden gören. Her seferinde aynı hatayı yapacaklarını bile bile anlatan. Öğretmenleri hatırlarım. Her defasında yeniden başladıklarında farklı sınıflara aynı dersi. Gelen soruların aynı oluşuna hayret etmemeye başladıkları zamanları. Doktorları. Terapistleri. Benzer hikayeleri dinledikçe gülümseyerek başladıkları lafı. Laflarına bir keresinde bir danışanım vardı, diye başladıkları zamanı. , Alacakları iyi de benim durumum farklı diye başlayan cevabı bile bile anlatan danışmanları. Bunu bilemezsiniz. Yaşadığım hayal kırıklığını tahmin edemezsiniz. Diyen danışanlarına tahammüllerini de. Benimki de öyleydi. Çünkü yaşadıklarım bana aitti. Ve acıları öylesine tazeydi ki. Benim hayatım da binlerce hayatın bendeki tezahürüydü aslında. Keşkem de.Fakat kaza gelince bilgi uykuya dalar, ay kararır , gün tutulur.Bu cümle. Cümleyi yeniden tekrar edince. Düşüncelerimi durdurdum. Kaza gelince bilgi uykuya dalar, ay kararır, gün tutulur. Olması gereken oluyor. Faydası olmayan, bugünü yaşatmayan bir sözcük keşke. Sözü ona bırakıp keşkeyi unuttum.Eğer kazâ, seni gece gibi sararsa sonunda yine elinden tutacak odur; 1/1258Yüz kere canına kasdederse yine sana can veren derdine derman olan kazadır. 1/1259Bu kaza yüz kere yolunu kesse de yine senin çadırını göklerin üstüne kurar. 1/1260Seni eminlik mülküne götürmek için bu korkutmasını inayet bil! 1/1261( Mesnevi)Keşkeyi unut!.