Hümeyra Uslu
Kime Bakmıştınız?
Modern dünyadayız, o yüzden muhatabımızı anlayıcı bir bakış geliştirebilmek için bu soruyu sormak istiyoruz karşımızdakilere; “Kime bakmıştınız?”
Aslında bu soru temelinde bakarsak içimizde ciddi bir temkinli olma hissinin var olduğunu görüyoruz. Temkinli olmak bu modernleşmeyle birlikte hayatımıza giren şeylerden. Modernleşme dediğimiz şey literatürde milyonlarca kez anlatılmış, teoriği çok uzun zamanlardır konuşulagelmiş bir meseledir. Ben biraz, modernleşmenin, modern dünyanın bizden ne alıp götürdüğünü, neyi geri getirmediğini konuşalım istiyorum.
Sanıyorum gözlemlediğimiz temel şeylerden en önemlisi, modern dünyanın bizi bir yandan yakınlaştırırken diğer yandan yalnızlaştırdığı gerçeği… Birbirimize yakınız ama yalnızız.
Geçmişimize yakınız mesela, yaşlılarımız; ninelerimiz dedelerimiz yanı başımızda. Yaşayan tarihlerden dinlemek gibi bir yeniliğe sahibiz. Ama soy bildirimini E Devletten öğrenmeyi tercih ediyoruz. Soğuk bir kağıt düşüyor elimize. Sadece isimlerin yazılı olduğu… Oysa yaşlılarımızdan dinlesek ya geçmişi? Ruhuyla birlikte, tatlı acı anılarıyla birlikte… Belki tercih etmiyor belki modern dünya bizi olmamamız gereken bir hale sokuyor…
Yabancılaştırıyor modern dünya. Otobüs yolculuklarında birbirine hal hatır soran insanlar yerine kulaklıklarını takıp uzakları izleyen insanlar var artık. Zaten selam verilse de, çoğumuzda selam alacak uzun uzun konuşacak hal de yok. İşte bizi yabancı kılan modern zamanlar aslında sandığımız kadar harikulade değil, buradan bakılınca.
Nüfus olarak artıyoruz evet. Her gün biraz daha çoğalıyor ve büyüyoruz. Şehirleşiyoruz ama belki bilinçli belki değil köklerimizden kopuyoruz. Sonrası karmaşık. İşte bu karmaşık halimizin sorumlusu modern dünya…
Modernliğin getirdiği parçalanmalardan biri de değişkenliğimiz sanırım. Farklı ortamlarda kullandığımız maskelerimiz. Bukalemunlaşma diyebiliriz. Sürekli renk değiştiriyoruz. Akşam başka sabah başka… Tabii bu içimizde hep olan birilerine güvenip dayanma hissini de köreltiyoruz. Güven açısından baktığımızda pek de iç açıcı bir noktada değiliz. En çok ihtiyacımız olan şey belki de güvenmek. Ama mevcut halimiz ortada bir güven krizi olduğunu çok net göstermekte. Şunu da söylemek lazım; elbette güvenin farklı hücrelerine sahibiz. Mutlaka bir şekilde kırık veya dökük de olsa güveniyoruz. Toplumsal yaşamın devamlılığı için aslında bu bir zorunluluk. Öteki türlüsü toplumsal buhrana götürür bizi.
Diğer yandan baktığımızda ülke olarak kolay şeyler yaşamadık. Toplum olarak yaşadığımız travmalar bizi belki de daha güvensiz bireyler haline getirdi. Ortamları belki de daha güvensiz kıldı yaşananlar. Haliyle bu noktada topyekûn bir eleştiri yapmak yanlış olacağı gibi temkinli konuşmakta yararlı diye düşünüyorum.
Tüm bunları nasıl aşarız peki? Modern dünyada daha sağlıklı, daha iyi, daha imkânları verimli kullanabilen mutlu insanlar nasıl olabiliriz?
Muhakkak ki bunun tek bir anahtarı yok. Ama çatı olarak kabul etmemiz gereken bir ahlak var diye düşünüyorum. Bu ahlak insanın insana yurt olma, insanın insana misafir olma ahlakı. Eğer bu ahlakın gerekliliklerini yapabilirsek diyorum, belki de modern zamanları bir parça yenebiliriz.
Selametle.