Derviş Argun
Kimin Haklı Olduğunun Ne Önemi Var?
Star Gazetesi yazarı ve Türk – Alman Üniversitesi öğretim üyesi Tacettin Kutay, Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık görevini bıraktıktan sonra yazdığı yazıda, “…Cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık arasında kalan gri bölgede yetkilerini sonuna kadar kullanacağını deklare eden Erdoğan’ın, doğal olarak kullanacağı alanda bir Başbakan olarak Davutoğlu’nun da var olma gayreti yaşanan süreci sonuçlandırdı. Erdoğan ile paralel olarak genişletmesi mümkün güç sahasını Erdoğan ile karşı karşıya gelmesi mümkün gri sahaya doğru genişleten Davutoğlu ister istemez güçlü başbakan tanımının dışında kaldı, zira gücü yanlış tarafta aradı. Oysa Erdoğan ile uyumunu yitiren Davutoğlu’nun, güçlü başbakan olmak şöyle dursun, koordinasyon işlevini bile sağlayamayacağı ortaya çıktı. Bu durum halkta karşılığı olan ve meşruiyetini de halka borçlu olan Erdoğan ile Davutoğlu’nun beraber çalışmasını imkânsız hale getirdi.” Diye yazmıştı.
Yeni başbakanın seçildiği, her şeyden önce Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlık görevini biçim olarak tüm dünyayı şaşırtan ama kendisine de yakışan bir biçimde bırakmış olması bu tarz yazıların yazılmasını anlamsız kılabilir. Zira Ahmet Davutoğlu’nun bu dönemde yazılan nice yazılara ve söylenen nice sözlere, bir fitneye sebep olmamak için kayıtsız kaldığını, dönüp bakmadığını, hadi oradan deyip geçip gittiğini biliyoruz. Zannımızca bu tavrın özünde yatan gerçeklik, ayrılma sürecinin Türkiye gündemini meşgul etmemesi çabasıdır. Türkiye’nin alacağı yolun uzun, imkânlarının kısıtlı, zamanın da dar olduğunu bilen bir duruş. O sebeple de Ahmet Davutoğlu, bir anlamda bu sessiz ve hasarsız geçişin hem tarafı hem de mimarıdır.
Yazısında, .. Erdoğan ile paralel olarak genişletmesi mümkün güç sahasını Erdoğan ile karşı karşıya gelmesi mümkün gri sahaya doğru genişleten... Diyerek önemli bir tespitte bulunan Tacettin Kutay, esasen doğu toplumlarının hastalıklı yapısını da ortaya koyuyor. Bu tespit bünyesinde, kim haklı? Sorusunun cevabını barındırmaz. Ama, sorun nedir? Sorusunun cevabını en net bir biçimde ortaya koyar. Yaşadığımız ayrışmaların ortaya çıkardığı boşluğu, askeri darbeleri ve sivil siyasete müdahaleleri organize eden illegal güçlerin kullandığı tarihi bir gerçekliktir. Siyasetin kendi içinde ürettiği boşluk, Türkiye’de bu güne kadar siyasetin bir başka rengi eliyle doldurulmamıştır. Ya fiili müdahale ya da post modern yöntemlerle sivil siyaset devre dışı bırakılmıştır. Bu anlamda araya girenler, hem sivil siyaseti hem de bu sivil siyasetin çalışma zeminini vesayetleri altına alarak kendi güç alanları olarak kullanmışlardır.
Ahmet Davutoğlu’nun ayrılma sürecindeki tavrı, bir müdahale ortamı oluşur mu? Beklentisi var olduğundan hiç şüphe bulunmayan bu kesimleri hayal kırıklığına uğratmıştır. O sebeple de kıymetli olduğu konusu tartışma götürmeyen bir davranıştır. Ama stratejik düşünce kabiliyeti coğrafyamızda yaşayan benzerlerinin çok üstünde olan birisinin, umut olma ihtimalini şu veya bu sebeplerle bir çırpıda yok etmesi, bizim üzerinde düşünüp dersler çıkarmamız gereken bir durumdur. Yerelden ulusala tüm sivil siyaset, geçiş dönemini yaşadığımız şu günlerde aynı noktaya yumruk vurmayı bir biçimde becermelidir. Sistemi kilitleyecek ve 27 Mayıs’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da olduğu gibi, siyaset dışı kurumların sistemi çözmek adına söz söylemelerine imkân tanıyacak her bir duruş, doğru da olsa yanlıştır. Yönetime dair söz söyleme meşruiyeti olmayanların, meşruiyeti olanların kavgaları üzerinden meşruiyet oluşturma çabalarına artık dur denmelidir. Kimin haklı olduğunun ne önemi var? Unutmayalım ki yapılacak işler, vaktimizden daha çoktur.