Seyit Küçükbezirci

Seyit Küçükbezirci

Konya’yı dinliyorum gözlerim kapalı; 39 derece ateşte şiir

Rahmetli Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı” şiirini yüzüncü kez, bininci kez, ne zaman okusam; içinde bulunduğum ortamdan uçup giderim.

Şimdinin Konya’sını, 1990’ların Konya’sını da birileri çıkıp Orhan Veli misâli anlatsa... Onu da yüz kez, bin kez oynayanlar çıksa;  otuz yıl, kırk yıl sonra... “KONYA”; bu “ ON BİN YILIN SEVGİLİSİ ŞEHiR” de, İstanbul gibi anlatılmaya değer...

Duygu, düşünce , söz ve his iklimlerinin sultanlarından biri olduğuna şek ve şüphe olmayan rahmetli Ahmet Hamdi Tanpınar , “Beş Şehir” adlı ölümsüz kitabında Konya’yı ölümsüz güzellikteki zarif çizgileriyle kağıda geçirir... Ah; demin dediğim gibi, şiirde de olsa bu... (Gerçi benim “Selçukya’nın Ozanı”dediğim Feyzi Halıcı unutulmaz güzellikteki “İstanbul Caddesi” şiirinde Konya’nın bir telini şiirle tarihe tapular…)

 O İstanbul’u insanlığın sevgilisi o gizemli iklimi “İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı” şiiri ile “şahane” sözcüğünün  övgüde aciz kaldığı bir tanımlamayla anlatan Orhan Veli; bir de Konya’yı söyleseydi; şiirinde... Kimbilir, yüzyıllar boyu, insanlığı duygu iklimlerinde ölümsüzlüğe ulaşırdı.

Ben , “Yeni Konya’yı” anlayabilmiş değilim, anlamaya çalışıyorum. Dününü sevdiğim için bu gününü henüz anlayamadım halde, bugününü de sevmeye çalışıyorum... Eski bir sevgiliyi, her şeye rağmen,sevmek gibi..

      AŞK GİBİ, SEVDA GİBİ...

Bir şarkıda olduğu gibi... “Aşk gibi, sevda gibi, hırçın ve tatlı …” hislerle, 16 Haziran, herkesin uyuduğu ilk saatlerde şehrin sokaklarındayım. Kalakala üçbeş ihtiyar, üç beş eski zaman zaman adamı müşterisi kalmış bir salepçinin “Gün görmüş, günler görmüş” hasır iskemlesine tünemişim... Avucumda kaynak salep, elimde bir acübe simit...

“Konya’yı dinliyorum, gözlerim kapalı”...

Gök mermerler gibi dingin ve asude yüzlerle, “selâtin camiileri”nde kılınan sabah namazlarından sonra, “Güürr”… “Gürrrr”… “Gürrr” sesleri ile açılan dükkân kepenkleri... Meram’dan Araplar’dan , Biççimez’den, “çevreler” içinden getirilmiş “tuluk peynirleri”nin yanına konmuş, bir arşın uzunluğunda, zar inceliğinde, bembeyaz teni üstünde kahverengi ateş uçuklarıyla “tırnaklı pideler”...

“Rızk Allah’tandır” levhaları altında , çekilen binbir “Süphanallah”larla beklenen müşteriler..

“Konya’yı dinliyorum, gözlerim kapalı”..

-Sonra, Haziran sabahlarında caddelerde tarif edilemez güzellikle, topraktan ve sudan yükselen kokular... “Belediye itfaiyesi” geçti biraz önce buralardan...

      Uzun burunlu, kakalamayla yürüyen “köy postası” fortlar, şavruleler...  Motor yağından marsık gibi kapkara olan “mavinler” bağırmakta…

“Sağ yap,sağ yap sol yap ...hoop”...  Üstleri bile salkım gibi dolmuş köy otobüsleri bunlar; Dedeler Hanı’na Tahralı Hanı’na, Esat Efendi Hanı’na sürünür gibi girmeye çalışıyorlar...

 -Ellerindeki sepetlere sarı saman ile besledikleri yumurtaları, kim bilir hangi sevgili cana acele ulaştırmanın  telâşındaki “Ova Köylü” kadınlar. “Gadı biçimi Donlu”, altları gabaralı yemenileri ile, yavşanlıklarda töngelerden seker gibi yürüyen Hacı Emmiler..

“Konya’yı dinliyorum, gözlerim kapalı”...

      -Fenni fırın “Çarşı ekmeği”ni çıkarmış, sıcacık, duman duman... Gatığa ne hâcet... Amma, “Garaağaçlı”nın kütük gibi yanyana dizdiği helvaları ikiye yarılan bu somunların içine sımsıkıya  sarıp, buzların üstünde “Meram Gazozları”nı, “Çağlayan Gazozları”nı fırıl fırıl çevirmedeler.. Edalı, afili, bıçkın ve serâpaneş’e bir tekerleme patlıyor... “Gocagarılara göbek attırıyor, otuz iki dişe kemane çaldırıyorBuuuuzgibii..” Bir demir bıçkı, bir Çağlayan gazozunun kellesini uçuruyor... Gazoz kapağı “Çabıçcı’nınGonağ”nın damında...

   -“Kuşluk vakti” çoktan geçmiş bütün çarşılarda “Aksâta” başlamış.. “Kol uşakları” köylülerin elinden sündüre sündüre derileri almışlar, kan ter içinde dericiler çarşısına taşımışlar... Hükümet Meydanı’nda Sabile ana-avrat söğe söğe yorulmuş... Açlığın ilk cırmalamarı midelerde “Balcan salması” yapmaya daha bir yüz yıl var. En iyisi dükkânda bir bıçakarası “etliekmek” hazırlamak...

“Konya’yı dinliyorum , gözlerim kapalı”..

   Hani, “Bir günün beğliği beğlik” derler ya... İşte onun gibi...16 HAZİRAN PAZAR... Sokaklarda kimseler yokken; “Alıvırdım-satıvırdım” tantanası henüz ve çok şükür başlamadan;felekten bir gün çalarak; ..

“Konya’yı dinliyorum , gözlerim kapalı”..

25 YIL SONRA; OTUZ DOKUZ DERECE ATEŞTEN ÇIKAGELEN BİR ŞİİR

         -Ben, yirmi beş yıl önce,1990'da, yine böyle bir “temmuz sıcağında” Orhan Veli’nin İstanbul’u dinlemesi misali, “Konya’yı Dinliyordum Gözlerim Kapalı”... Söz gelişi bu... Konya’yı gece düşümde, gündüz hayalimde düşlemekten gözlemekten hiç vazgeçmedim ki... Böyleliğim kime tuhaf gelirse gelsin; bu sevdaya düşen bilir...

       2 Temmuz’da yine her zamanki gibi, Konya’yı düşünüyordum, gözlerim kapalı... Biliyor musunuz? Ama nereden bileceksiniz ki... Bu aylarda “Fesbuk” diye bir şeye dadandım... Mehmet Ali Köseoğlu’nun sitesine girmiş buldum kendimi... Hiç de öyle bir niyetim yoktu; sebebini Hüdâ BİLİR..

    Mehmet Ali Köseoğlu’nun “Otuz Dokuz Derece” şiiri, hissetmekten nasibiniz varsa, benim yirmi beş yıl önce, “gözlerim kapalı” dinlediğim yerlerde gezdirecek sizi; şiirin kanatlarında... Belki de, siz de, “Meğer ben sana sular seller gibi âşıkmışım” diyeceksiniz.

    “Otuz Dokuz Derece” şiirine girmeden önce, bir çitlem sözüm var; Mehmet Ali Köseoğlu hakkında... Ben kendimi bilirim, sanatta iltifat cimrisiyim... “39 derece ateş"e de , “Akdeniz ateşi”nden âşinayım…

Ama, şunu şuracıkta söylemek zorundayım; Mehmet Ali Köseoğlu “Benim Şairlerim”den biri... İkide bir tekrarladığım “- Bir âyete sığınarak...” mısraının şairi... Yeni kitabını da dört gözle bekliyorum.

Buyurun, birlikte okuyalım:

otuz dokuz derece

meğer ben sana sular seller gibi aşıkmışım
kaç mevsim kurak geçmiş ...
sonra maden kazası derken sevgilim
meramda dere olup bir sürü akmışım

bakma sen gözlerine dolu dolu bakamadığıma
aklım karışmış bağı çözülmüş ayaklarımın
bedestende aradığım kumaşı
piri mehmet paşa çarşısında bulamamışım

kendimi şirinhanımdan aşağı nasıl bırakmışım
nasıl bırakmışım
tahir paşada işittiğim kesin subhaneke
öyle başım dönmüş ki
ateşin duvarındaki karınca duasını
ayetelkürsi sanmışım

okuyupüfleyip göğsümü sıvazlaya sıvazlaya
kul remziye sor soracaksan
aleaddinin etrafında kaç tur atmışım

meğer ben sana sular seller gibi aşıkmışım
kayalıpark ne bilsin nereden gelip nereye gittiğimi
sultan selimde yoksam
bir de üçlere bak bakalım
belki de şems olup kanatlanmışım
gözlerinden çaldığım ateşle
otuz dokuz derece yanmışım
meğer ben sana otuz dokuz derece
meğer ben sana sular seller gibi aşıkmışım.

M. Ali Köseoğlu

*****

UNUTMAYALIM!

Öyle bir mahkemeye çıkacağız ki..... HÂKİMİN KENDİSİ ŞÂHİT!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum