Prof. Dr. Caner Arabacı
Kraliçe ve Misak-ı Milli
19 Mayıs’ı anmanın coşkunluğu ve rehaveti içindeyiz. Öyle ya “19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı”nı Pazartesi kutlayıp yorulduğumuz için Salı günü de dinleneceğiz. Cumartesi ve Pazar günleri bunun dışında. Ayrıca üniversitelerin Bahar Bayramları, havayı renklendirecek. Hele bunların hafta boyu sürenlerini, haftaları işgal edenlerini de çok sevdiğimizi belirtmek gerek. Öyle ya yoğun bir kış çalışması ve başarılar ardından gençliğin dinlenmesi, eğlenmesi, baharla birlikte gelen yeşilliğin, lâleden kuşburnuna kadar açan çiçek ve güllerin, vızıldayan arıların cümbüşüne katılması bir hak..
Geçenlerde gençlerimizden bir gruba, Musul’un yerini sormuştum. Cevaplar, ilgi çekiciydi. Doğrular yanında, bazı “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştaki” gençlerimiz, Musul’un yerini, Ege, Akdeniz, İsrail, Kırım, Amerika olarak gösteriyorlardı. Haritada Türkiye’ye sadece bir santim uzaklıktaki Musul, yüreklerden çıktığı için dillerde de uzak yerlere götürülerek konuşlandırılıyordu.
Hâlbuki 19 Mayıs’ta ya da her gün andığımız Atatürk, bu yaşlarda Musul’un batısında “Şam-ı Şerif”te komutanlık yapıyordu. Daha sonra aynı yaşlardaki Mehmetler, Musul’a kadar şanlı savaşlar direnişler göstererek Musul’u haksız yere İngiliz’e teslim etmenin ağusunu içine akıtmışlardı. Ağu, o kadar millî ruhu rencide etmişti ki, Millî Mücadele’nin temel düsturu olan Misak-ı Millî, hem de İngiliz, Fransız, İtalyan üçlüsünün katmerli tahakkümüne dönüşecek işgalleri altındaki İstanbul’da millî bir yemin, ahit olarak dünyaya ilan edilmişti. İstiklâl Harbi’nin esasları içinde İstanbul’u, devlet merkezini kurtarma yemini ile eş zamanlı bir millet ahdi idi Musul.
İstiklâl Harbi’nde, anavatanın çekirdeğini kurtarma çabası içinde Musul unutulmamış, Revandiz üstünden o ata yadigârı, Anadolu’nun da temeli olan yurt parçası İngiliz elinden kurtarılsın diye 1921’den itibaren askerî harekâta girişilmişti..
Musul, sanki 1926’dan sonra unutuldu. Unutuşu hızlandıracak bir eğitim anlayışı, kültürel yozlaşma ve sığlaşma zihinleri kapladı. Atalarının ahd ü peymanına rağmen Musul’u unutan bir gençliği yetiştirmek, gençlerin suçu mu idi?
Sahi Kraliçe niçin Türkiye’ye geldi ve günlerce ziyarette bulundu? Musulsuz gençliği yetiştiren örgün, yaygın eğitim sistemimizin ürünleri olan gazetecilerimiz, günlerce kraliçenin elbisesinin rengini, papuçlarını, elinden eksik etmediği çiçek demetini, yaşlılığına rağmen nezaketini yazıp durdular.. “İngiliz kavm-i necibine” meftun mandacı zihniyetten daha ne beklenebilirdi ki? Asıl yazması gerekenleri mi yazmalıydı?
Diyelim ki Musul’un, kalleşçe, barış anlaşmasının imzalanmasının ardından daha mürekkep kurumadan İngiliz askerlerince işgal edildiğini, bunun gerisinde İngiliz Kraliyetinin bulunduğunu mu yazmalıydı? Diyelim ki, Kürtçülük hareketinin, daha önce Ermeni bölücülüğünün ilk İngiltere tarafından kudurtulduğunu mu yazmalıydı? Osmanlı Devleti’nin sinsi paylaşılma hesap ve planlarının gerisinde İngilizlerin bulunduğu mu belirtilmeliydi? Devlet çarkının, elde edilmiş yerli uşak rolündeki devlet adamları eliyle, milletsiz hale getirilip adım adım çökertilmesinde, Tanzimat’tan itibaren İngiliz diplomasisi ve emeklerinin rolü olduğu mu ifade edilmeliydi? Sultan Aziz’in katlinde, 10 Temmuz’da ve ardından gelen devlet başkanının düşürülmesinde, Yunan isyanının kışkırtılıp, ilk ilk örnek olarak Yunan ulus devletinin kurulmasında, İzmir’in işgalindeki teşvik ve yönlendirmelerin, desteğin İngiltere’den geldiği mi dile getirilmeliydi? Orta Doğu’nun durmadan kan akıtılan haritasının çizilmesinde, İsrail Devletinin kurulması için Yahudilerle anlaşıp, Mehmetçiğin Filistin-Şam hattında katledilmesindeki İngiliz başarısı mı anılmalıydı?
Elbette, bunlar bizim muhteşem nezaketimize sığmazdı. Eski hesapları İngiltere bilsin, yenilerini daha kurgulasın biz de ona uyalım yeter.. Bize düşen de haftaları, içeriğini bile kavramadan kutlama adı altında harcamak olmalı. Ders denilen işe yaramaz, sıkıcı ortamlardan nefes alacak, kitleler halinde el sallayacak ortamlara akmalı..
Kraliçe ile Misak-ı Millî’nin çok yakından ilişkisi var yalnız. Bilindiği üzere o kararı alan vatanseverler, Kraliyet hükümetinin inzibatları tarafından çürütülmek üzere Malta’nın nemli bodrumlarına tıkıldılar. Kraliçe, aslında saygın bir din kadını, Anglikan Kilisesinin manevi lideri, 53 devlet ve toplumun bulunduğu İngiliz Milletler topluluğunun siyasî lideri olarak elbette iyi ağırlanıp-uğurlanmalı. Zira bizim temsilini onlara bıraktığımız Müslüman toplum ve devletler de var o birlik içinde. İngiltere’ye de söz söyleyip, rakip çıkarak başımıza yeni afetlerin gelmesine de sebep olmamalı..
Öyleyse bu yazı niye yazıldı? Elbette içi geçmişler için değil.. Belki elleri havada gençlerimizden, ruh dinamizmini Misak-ı Millî yönünde diriltmek isteyenler çıkabilir diye.. Mehmetçiğin, kara, hava harekâtları yapıp durduğu; şehitlerin İstiklâl Harbi şehitlerini üçe katladığı bir sorunun gerisine kafa yormak gençler için görev değil midir?